Esselam. Fatma Hanım öncelikle röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için teşekkürler. Dilerseniz ilk olarak okuyucularımız için Fatma Zehra ALTUNTAŞ kimdir kısaca bahsedelim.
Aleykümselam. Öncelikle güzel gönüllere vesile olduğunuz ve derginizde bana da yer verdiğiniz için ben teşekkür ederim. “Fatma Zehra ALTUNTAŞ kimdir?” dediğimizde gönül dergâhında, kendi halinde, kendi yazıları ile birlikte, acizane dostları ile birlikte evvelden ezele giden iki çocuk annesiyim. 1978 doğumluyum. 24 Kasım doğumlu kızım ve 3 Aralık doğumlu oğlumla birlikte kendi halimizde, nokta bile olmayan fani dünyada, sevdiklerimizle birlikte yaşıyoruz.
Yaşamınıza baktığımızda deprem gibi büyük bir hakikat ile yüzleşiyoruz. Bu hakikatten ve getirilerinden bahsedebilir misiniz?
17 Ağustos 1999 depremine hastanede yakalandım. O zamana kadar deprem olduğunu bilmiyordum. Bize fabrikalar patlar ve burası yerle bir olur dediler. Fakat 17 Ağustos 1999 sabahına kalktığımızda toz bulutlarının içerisindeydik. Duyduk ki deprem olmuş ve öyle bir yaşıyorsunuz ki depremi artçı sarsıntılarıyla, enkazlarıyla birlikte. Birden hayat sizi öyle bir noktaya getiriyor ki yaşadığınız depremi yıllar geçse dahi anlatır hale geliyorsunuz. Ama o günleri anlatırken tüylerim diken diken oluyor. Allah kimseye böyle bir acıyı yaşatmasın, tüm afetlerden korusun.
Deprem hakikatinin hasretleri de beraberinde getirdiğini görüyoruz. Buna istinaden sizi yazı yazmaya sevk eden şeyin bu olduğunu söylememiz mümkün mü?
Evet, şöyle diyeyim: Yaşadığınız, çocukluğunuzun, gençliğinizin, evliliğinizin, işinizin aşınızın olduğu bir memleketi 45 saniyede enkaz altında görüyorsunuz. Sevdikleriniz, dostlarınız ve acı vedalar… Öyle ani ve acı vedalar ki… Ben o zamanlar çok gençtim. Bazen düşünüyorum da hiç farkında olmadan neler yaşamışım. Yaşım ilerledikçe bunun farkına daha net varmaya başladım. Deprem aslında benim dönüm noktam oldu. Her şeyimi kaybettim fakat bazı şeyleri kazandığım dönüm noktam… Tabii o dönüm noktamda da yaşadıklarımı kaleme aldım. Aslında bu noktada da Rabbim sizi yazmanız gereken yere götürüyor. Herkesin mutlaka yazması gereken birikimleri vardır diye düşünüyorum.
Malum depremin en büyük miraslarından biri de hayatınızı etkileyecek düzeyde hastalıklar bırakmış olması. Bu hastalıkların hayatınızı ne düzeyde etkilediğinden ve özel durumu olan kişilerin toplumdaki yerinden bahsedebilir misiniz?
Bizim zamanımızda hayatımızı etkileyecek hastalıklar yoktu. Evet ben engelli kaldım ama engelli kalacağımı hiç düşünmedim, tedavilerle sağlığıma kavuşabileceğimi düşündüm. Sonraki zamanlarda öğrendim ki aslında ben engelliymişim. Geçirdiğim ameliyatlar ve uzun süreli tedaviler ardından hala daha rahatsızlıklarımla mücadele etmeye devam etmekteyim. Neticede annesiniz, eşsiniz ama her şeyden önce insansınız ve mücadele etmek zorundasınız. Ağrısız bir gün geçirdiğinizde rahat nefes aldığınız günlerin güzelliğini ve kıymetini anlıyorsunuz. Ben ilk zamanlarda tekerlekli sandalyeyle çok dışarı çıkamıyordum çünkü utanıyordum. Hastalığım ilk zamanlarında şöyle bir olayla karşılaştım: Tekerlekli sandalyede oturuyordum ve o sırada biri geldi benden tekerlekli sandalyemi istedi. Belki de benim engelli olabileceğimi düşünmedi. Engelli olmanın toplumda gerçekten zorluklar var ama zorlukları kadar karşılaştığım iyi niyetli, güzel insanlar da var. İnsanlarımız iyi niyetli davransa dahi engelli bireyler konusunda yeterince bilinçli olunmadığını düşünüyorum. Bizler sadece belirli günlerde hatırlanmak istemiyoruz. Bizler de diğer insanlar gibi bu hayatın içinde var olan bir gerçeğiz. Toplum olarak da aileler olarak da bu konuda bilinçlenmemiz gerek. Engelli bireylerin olduğu ailelerde eşlere, çocuklara, anne ve babalara destek olunması taraftarıyım.
Size baktığımız zaman her şeye rağmen güçlü bir kadın, örnek bir anne ve iyi bir eş olduğunuzu görüyoruz. Bunu nasıl başarıyorsunuz ve motivasyon kaynağınız nedir?
Yıllar sonra dahi olsa bunun bir imtihan olduğunu düşünerek kabul etmeyi öğrendim. Tabii ki hayatımızda hastalık veya farklı bir travma ile mücadele ederken bunların sonuçları ile ve psikolojik yönleri ile karşılaşıyoruz. Bunların sonucunda kabullenmek için ruhumuzu beklemek durumundayız. Hayata bakış açımızı değiştirmek zorundayız. Sürekli şikâyet eden değil de şükreden olmalıyız. Bu zorlu süreçlerden sonra manevi duygular kişiden kişiye değişiyor. “Bu zaman kadar neyi öğrendin?” derseniz “Haddimi, Rabbimi ve kendimi” öğrenmeye çalışıyorum. Hayatın zorlukları ile mücadele ederken çocuklarınıza ve eşinize tutunmak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü değiştiremeyeceğimiz geçekler var. Bir süre sonra hayata karşı bakış açınız değişiyor ve hamd etmeyi öğreniyorsunuz.
Özel durumunuzdan dolayı karşılaşmış olduğunuz ve unutamadığınız bir anınız var mı?
Herkesin gönül dergahında acı da olsa çok anısı vardır. Benim de gönül dergahımda biriktirdiğim çok anım var. Bunlardan biri de Ağustos sıcaklarının birinde sırtımda yatak yaraları… Geceler bitmiyor ve kendimce ilaçlara, dualara sarılıyorum. Hastanın gecesi uzun oluyor, yaşamayan bilmez. Ağrılar, yaralar… Resmen ağlıyorum ve diyorum ki “Allah’ım bu gecenin sabahı bir an önce olsun. Az da sağ tarafıma dönebileyim.” diye dua ediyorum isyan etmek istemiyorum. Sabırsız bir halde gecenin bitmesini beklerken uykuya dalıyorum. Rüyamda çok sevdiğim (Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun) vefat eden halamın torununu gördüm. Onunla camileri geziyorduk. Çiçekler içindeydik ve elime bir kitap sayfası tutuşturarak “Bu sayfayı oku abla.” dedi ve gitti. Aniden uyandım eşim yanı başımdaydı ve sabah ezanı okunuyordu. Eşime rüyamda gördüğüm kitabı söyleyerek “Bu sayfayı bulur musun?” dedim. Eşim araştırıp bulduğunda kitabın sayfasında şunlar yazıyordu: “Hz Eyüp’ün ifadeleri görünüşte sızlanma gibi ise de, gerçekte bir dua idi. Çünkü sızlanma, insanlara yapılan şikâyete denir. Allah Teâlâ’ya yöneliş, bir sızlanma değildir.
Nitekim Yakup’da (as), oğlu Yusuf’un (as) ayrılık ızdırabı ve hasreti ile büyük bir elem içindeydi ve ayet-i kerime de buyrulduğu gibi: Yakup da şöyle dedi: ‘Ben acımı ve kederimi ancak Allah’a arz ediyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah’tan gelen bilgiyle biliyorum.’(Yusuf, 86)”, “Hoştur bana senden gelen, Ya hilat-ü yahut kefen, Ya taze gül yahut diken. Kahrında hoş lütfun da hoş. (Yunus Emre)” O günden sonra sustum. Yaralarıma, ağrıyan yanlarıma dualarımla, sükût ve sabır ederek merhem sürdüm. Bana birileri “Sana Allah Eyüp sabrı versin.” dediğinde sadece ‘Amin.’ diyordum. Hz Eyüp’ün hayatını okuyunca ‘İsyan mı ediyorum ben?’ diye düşünceye daldım. O günden sonra hastalıklarıma sabretmem için rüyamın vesile olması gerektiğini düşündüm. O günden sonra dualarımla merhem yapmayı ve sükut edip sabırlı olmayı öğrendim.
Zor hastalıklar ile mücadele etmekte olan yavrularımıza da destek olmakta olduğunuzu görüyoruz. Bu konuda gerek kitap çalışması olarak gerek çocukların kampanyalarına destek olmak olarak pek çok çalışmanız mevcut. Bu çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Kitap gelirlerimi bağışladığım SMA hastası çocuklarımız var. Annelerin feryadına ve çocukların sessiz çığlıklarına duyarsız kalamıyorum. Başka hastalıklarla mücadele etmekte olan çocuklarımız da var. Yardıma ihtiyacı olan tüm çocuklarımız için derneklerimiz aracılığıyla da elimizden geleni yapıyoruz. Bana ulaşan herkese yardımcı olmaya çalışıyorum. Çevremdeki insanlardan da bu konuda destek alıyorum. Allah herkesten razı olsun. En son Elazığ’da bir kütüphaneye yaptığım yardımlardan dolayı bir kütüphane vefat eden ağabeyimin adını verdiler. Gönül dostlarımızla birlikte bu yardımları yapıp sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Bu bir insanlık görevidir diye düşünüyorum. “Sesini duyan var mı?” diyen tüm çocuklarımıza elimizden gelen yardımda bulunuyoruz.
Kitap yazarı olduğunuzu ve harika şiirler seslendirmekte olduğunuzu biliyoruz. Kitabınızın ortaya çıkış hikâyesinden ve şiirleri seslendirirken yakaladığınız duygudan bahsedebilir misiniz?
Hastanede yattığım ve kollarımı kullanamadığım zamanlarda yazamadığım için okumaya başladım. Sonra bu süreçte hastanede vakit geçmediği için ve acılarımı dindirmesi için kendi yazdığım şiirleri seslendirmeye başladım. Bu seslendirmeler çok beğenildi. Sonrasında “Hadi bana bir şiir oku.” dediklerinde onları kıramadım ve böylece seslendirmelerim devam etti. Her insanın duygusal bir tarafı vardır. Her insanın kendine ait hikayesi var ve her hikayenin kendine ait kahramanı var. İnanın bir şey yapmadan bir kendi içinizden geliyorsa o yazılar o gönül kaleminiz başlıyor yazmaya. Bir önceki yazdığımızı bir sonraki zamanda da aynısı olmayabiliyor. Ruh halimiz farklı olursa o duygu içimizde varsa bekliyor ve bir anda da çıkabiliyor. Gerçekten bu ayrı bir şey ayrı bir duygu herkesin farklıdır saygı duymak gerekiyor. Benim de naftalinli gönül sandığımdan böyle bir şey çıkıyor.
Pek çok gazete ve kanaldan teklif aldığınızı, gerek okuyucularının gerekse izleyicilerin gönüllülerine hitap etmekte olduğunuzu biliyoruz. Sizce bunun sebebi nedir?
Teşekkür ediyorum. Tüm gönül dostlarım sağ olsunlar. Dostlar kendi arasında bir şeyler yapmak istiyorlar, benim kendi sesimi duyurmaya çalıştığım kadar onlarda benim için bir şeyler yapıyorlar sağ olsunlar. Çok da fazla bir şey yapmıyorum. Aslında olduğumuz gibi o samimiyet ve duygu varsa, eğer iyi bir iletişim varsa, dürüstçe mücadele edip çabaladığınızda gerçekten Rabbim de izin veriyorsa oluyor. Buradan bir vesileyle gizli kahramanlarıma teşekkür ediyorum. Bazen insanlar bana sosyal medyadan ulaşmak için yazıyorlar, ben de her zaman cevap veremiyorum durumumdan ötürü ama sağ olsun beni bilenler bu konuda da yardımcı oluyorlar bana ve gerekli açıklamayı yapıyorlar sağ olsun. İnsan hayatında bazı şeylerde hesapsızca geliyor. Olduğunuz gibi oluyorsun zaten gerisi geliyor bence
Kariyerinin başında olan gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Gençlere tavsiyem hayallerinden vazgeçmesinler. “İnanmak başarmanın yarısıdır.” derler. Bazen aceleci olmamak gerek. Sabırlı olmak, mütevazı olmak, hoşgörülü olmak gerek. Gerçekten bazı şeylere inanarak bunlara sarılırsanız içinizdeki umuda sarılırsanız, dualarınıza sarılırsanız gerçekten bir gün İstediğiniz yere mutlaka geleceksiniz. Ama hemen, pat diye bir şeyler olsun isteyip aceleci kararlar verirseniz yanlışlar içinde kalabilirsiniz. Tabii ki doğruyu bulmak için yanlış yerden geçeceğiniz zamanlar da olacaktır, ne kadar sabrederseniz, ne kadar tevekkül edip, başımıza gelenlerin güzel bir şekilde seversen sabır ile birlikte o yolda gider kariyerinizde de, hayatınızda da istediğiniz her şeyin sabırla karşılığını alacaksınız. Hayat bazen sizi A noktasından Z noktasına kadar düşe kalka getirebiliyor. Bunları gerçekten inandığınız da gerisi farkına varmadan geliyor sabrımızın sonu selamet olur diyorum.
Sizce hayatta olmazsa olmaz değere sahip olan üç şey nedir?
Olmazsa olmaz değerler herkese göre çok farklı. Parayla satın alınmayacak o kadar değerlerimiz var ki hayatta. Benim için önce sağlık tabi, sonra ailem, eşim, sonra inançlarım başarı, huzurlu olmak, samimiyet, dürüstlük bunlar zaten saymakla bitmez.
Bu değerleri kaybetmeden o güzel şeyleri hayatta sahip olacağım şeylere tutunmak bence.
Son olarak toparlayacak olursak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Sevgili okuyucularımıza onlar bizim gönül dostlarımız ve gizli kahramanlarımız. Bir yerlere gelmemizi, bizim yanımızda olup destekleyip gönülden dua edenlere yanımızda olanlara, okuyuculara ve vesile dergi ailesine tüm emektarlarına çok teşekkür ediyorum. İyi insanlar hep var olsunlar. Hz. Mevlana’nın bir sözü var : “Yaşadıklarım benim sınavımdı, bana o anlarda nasıl davrandığınız da sizin sınavınızdı…” diyor. Aslında biz de birbirimizin imtihanıyız. Hepimiz bu yoldan, bu dünyadan geçiyoruz Allah’ım her şeyin hayırlısını versin ve iyi insanlar çıkarsın karşımıza. Ve yine söylemek istiyorum bu hayatta umutlarından hayallerinden vazgeçmesinler. Her insanın bir hikayesi var ve hikayenin kahramanı kendisidir. Güzel bakıp güzel düşünüp güzel görmelerini diliyorum. Herkesin kendine ait bir misyonu var. İyilik güzellik yolunda güzel eserler güzel anılarak bu dünyadan giderken ezmeden kırmadan gitmek gerek.
Röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için tekrar teşekkürler. Hayırlara vesile olmak niyet ve duasıyla.
RÖPORTAJ: SONNUR SEVER
Vesile Dergi Sayı 4
Ağustos 2021