OYSA BEN TÜM GÖKYÜZÜYDÜM (Samed POYRAZ)

Selamünaleyküm Samed Bey öncelikle röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için teşekkürler. Dilerseniz ilk olarak okurlarımız için Samed POYRAZ kimdir kısaca bahsedelim.

Samed POYRAZ 1990 senesinin Mart ayında memur bir anne ve babanın ikinci erkek evladı olarak Samsun’da dünyaya gelen bir beşer. Öğretmen Lisesi ve Eğitim Fakültesi’ni bitirdikten sonra kendi eğitim kurumlarını ve okullarını kuran, ardından Yedek Subay olarak askere gidip Subay olarak görevde kalan bir Anadolu evladı. Cennet mekan Mehmet Teğmen’in Dağ Komando Okulu’ndan ağabeyi ve silah arkadaşı.

Bize şehidimiz Mehmet KIVIK’ın adını yaşatmak için yazdığınız “Oysa Ben Tüm Gökyüzüydüm” eserinden, eserin ortaya çıkış serüveninden, satışa sunulmasının ardından gelen tepkilerden, hissettiğiniz duygu ve düşüncelerinizden bahsedebilir misiniz?

Evvela eserin hiç yazılmamış olmasını isterdim. Şayet Kültür Bakanlığı yazar adı belirtmeyi zorunlu kılmasaydı esere adımı hiç yazmamayı tercih etmiştim. Bunu belirtmek isterim başlangıçta. Eser annenin şehidimizin fotoğraflarını ve anılarını istemesi üzerine kalbimizde filizlendi. Cenazeden çıkan herkesin vesikalıkları çöpe attığını bildiğimiz için şehidimize dair atılmayacak, baki bir anı bırakmak istedik. Devre arkadaşlarımızla irtibatta olduğumuz Whatsapp grubuna fikrimi yazdım. Onlar da güzel bir düşünce olduğunu, muhakkak kitaplaştırmak gerektiğini söyleyerek beni desteklediler. İlk kıvılcım da böyle yandı. Ardından eserin yazılma süreci başladı ve tüm anılar toplandı. Onlarca birlik ve yüzlerce askeri personel ile bireysel görüşmeler gerçekleştirildi ve notlar alındı. Romanı yazma etabında şehadetinin üzerinden çok süre geçmemesi ve anneye bir an önce takdim edebilmek için oldukça aceleci davrandık. Silah arkadaşlarının destekleri ve benim naçizane imkanlarımla bir yayınevi ile anlaşıp, maddi gücümüz elverdiği kadar baskı aldık. Kitabı okuyan herkes aynı tepkiyi verdi. Ortaya mükemmel bir eser çıktığını ve çok duygulandıklarını dile getirdiler. Onlardan gelen takdir ve beğeniler bir tarafa şehit anne babasının eseri kucaklarına alınca duyduğu mutluluk ömre bedeldi. Detaya girmek istemiyorum fakat roman konusunda aldığımız dönüşler yaptığımız işin ne kadar doğru olduğunu bizlere gösterdi. Onlarca şehit ailesi kendi evlatları için de aynısını talep ettiler. Lakin ne yazık ki yakınen tanıma fırsatı bulduğumuz tek şehidimiz Mehmet’ti. Tüm silah arkadaşlarına şehitlerine sahip çıkmaları için bir örnek olmasını temenni ederim.

Şehidimizin silah arkadaşı olduğunuzu biliyoruz. Şehidimizin şehadet mertebesine ulaştığını öğrendiğinizde nasıl bir tepki verdiniz ve şehidimizle yaşayıp unutamadığınız anılarınızdan bahsedebilir misiniz?

Şehit olduğu haberini alınca evvela inanmak istemedik. Her şeyin donuklaştığı bir andı. Resmi kanallardan teyit gelince bir yumruk oturdu göğsümüze bir daha da kalkmadı. Şehidimizle ilgili çokça anımız var lakin bizi bir tatbikat esnasında donmaktan kurtarması ve en zorlu anlarda dahi tebessüm ettirmesi aklımızdan çıkmaz. (Güvenlik zafiyeti olmaması açısından detaylara girmeyeceğim.)

“Gerçeği yazmak kurgu bir metin yazmaktan çok daha güçtür.” ifadesini kullanıyorsunuz eserinizin başlangıcında. Buna istinaden eseri kaleme alırken yaşamış olduğunuz güçlüklerden bahsedebilir misiniz? Duygusal anlamda böyle bir eser kaleme almış olmak sizi ne düzeyde etkiledi?

Eseri yazarken Mehmet’in ağzından dökülen cümleler kafamda seslendi çoğu kez. Ağlayarak bırakmak zorunda kaldığım birçok an oldu. İki laptop ekranı kırdım hırsla ekranı kapatırken. Bu cevap yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

Mehmetçiğimiz için vatan, millet ve bayrak ne ifade etmektedir ve sizce Mehmetçiğimizin bu kavramlara, bu değerlere yüklemiş olduğu anlam ile toplumumuzun yüklemiş olduğu anlam birbirini destekliyor mu yani Mehmetçiğimizin farkında olduğu hakikatlerin toplumumuz da farkında mı?

Çukurcanın -20 °C sinde soğuktan bıçak gibi kesilen Türk Bayrak’ını seyrederek nöbet bekleyen asker ile Gümbetteki teknede tatil yaparken Türk Bayrak’ının önünde fotoğraf çektiren vatandaş için memleket, vatan, bayrak çok farklı şeyleri ifade eder. Evinde huzurlu yatan birinin damından bomba düşmedikçe askerin ve bayrağın ne demek olduğunu tam olarak kavraması oldukça güç. Süleyman Şah türbesinde Türk Bayrak’ını beklemiş bir asker oradan çekildiğimizde kendine kahrederken, İstanbul’da boğaz manzaralı evinde oturan adam için türbenin taşınması başarılı bir operasyondan fazlası değildir.

“Refüze Edilmek” kavramından bahsedebilir misiniz? Hangi şartlarda askerlerimiz komando olamıyor ve refüze ediliyor?

Bu sorunun cevabı romanda yer almaktadır. Okurlarımız satır aralarında detaylı bilgiyi bulabilecektir.

Ülkemizde Mehmetçiğimiz tarafından bedeli çokça ödenmiş olsa dahi ortaya çıkan “Bedelli Askerlik” sistemi hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Bu ülkede askerlik zaten bedellidir. Vatan sevgisi olanlar koluyla bacağıyla canıyla öder; olmayanlar kendilerince haklı bahanelerin arkasına sığınarak parayla. İhtiyaç duyulduğunda paranın eline G3 verip savaştırabilir misiniz? Asıl sorulması gereken soru budur. Her gün vatan evlatları şehit düşerken bedelli askerlik uygulamasının devam ettirilmesi sınırdaki ve sınır ötesinde askeri personel açısından moral kaybıdır. Türk’ün töresine yakışmayan bir uygulamadır.

Bir asker için yemin töreninin ehemmiyetinden bahsedebilir misiniz?

Asker yemin edene kadar asker değildir. Üzerine kamuflaj geçirmiş olması dahil yemin edene kadar hiçbir anlam ifade etmez. Bu yüzden askerlik yemini bir askerin maddi ve manevi olarak askerlik sürecinin başlangıcıdır. O andan itibaren TSK’nın (Türk Silahlı Kuvvetleri) malıdır ve kendini TSK’ya yemin etmek suretiyle teslim etmiş, amade etmiş ve hazır kılmış demektir.

Askerlikteki “Badi Uygulaması” ile ilgili bilgi verir misiniz?

Askerlikte Badi Uygulaması’nı Mehmet ve Eğirdir Dağ Komando Okulu’nda kendisine Badi olarak tayin edilen Utku üzerinden detaylı olarak anlattım. Zira Badi demek canını ve kanını birbirine emanet eden iki insan demektir. Komandolar için çok ayrı bir anlam ifade eder. Arazide her türlü tehlikeyle ve zorlukla mücadele etmeye çalışırken bir askerin diğerine zimmetlenmesi durumuna Badi adı verilir. Onun canından, sağlığından ve her türlü bilgisinden o sorumludur.

“Mavi Bere” derin anlamları olan ve yiğitlerimizin namus olarak gördükleri bir bere malum. Okurlarımız için “Mavi Berenin” anlam ve öneminden bahsedebilir misiniz?

Mavi Berenin önemi kitabın birçok sayfasına dağılmış durumda. Okurların dikkatle okumasını tavsiye ederim. Lakin Mavi Berenin asıl anlamı ilk inen Hava İndirme Tugayının gökyüzü renginden ötürü. Yani bunun adına uydurulan efsaneler ve hikayelerden ziyade mavi olmasının sebebi tamamen Hava İndirme Tugayının gökyüzünün rengi olan mavi olarak tercih etmesidir. Fakat farklı maneviyatlar yüklenmiştir. Bu hikayeleri, çeşitli efsaneleri, nasıl büyük anlamlar ve maneviyatlar yüklendiğini kitapta detaylı olarak okuyabilirler.

Eserinizde yer alan “Yüzde 99 Başarı Felakettir” bölümüne istinaden şu soruyu sormak istiyorum: Yüzde 99 başarı gerçekten felaket olarak görülebilir mi?

Yüzde 99 başarı felaket olmasaydı muhtemelen bu kitabı hiç yazma gereği duymayacaktık. Çünkü Mehmet’te binlerce şehidimiz de bugün aramızda olacaktı. Tabii ki üzülmüyoruz cennet mekan lakin o yüzde 1’lik kısım bile onları bizden koparmaya yetiyor.

Eserinizde çokça yer alan “Eğirdir” vurgusuna istinaden şu soruyu sormak istiyorum: “Eğirdir Bölgesi’nde askerlik bir hayli önemli.” diyebilir miyiz?

Eğirdir ve Foça Türk Komandolarının yetiştiği iki güzide mekandır. Eğirdir Dağ Kartallarının ve Türk Ordusu’nun gelmiş geçmiş en iyi Piyade Komutanlarının yetiştirildiği mekandır. Manevi olarak da fiziki olarak da şartlar gereği dünyada eşi benzeri bulunmayan bir konuma ve maneviyata sahiptir.

Bizler askerlik denilince atış talimleri ve şınav çekmekten öte bir şey düşünmüyoruz ancak siz eserinizde askerlerimizin birtakım dersler aldıklarından bahsediyorsunuz. Bizler eserinizi okuduğumuz için bir nebze de olsa bu derslere hakimiz fakat okurlarımız için askerlerimizin aldığı derslerden ve bulundukları şartlardan bahsedebilir misiniz?

Kitapta söz konusu olan eğitimler Yedek Subay eğitimleri. Yani standart bir Kısa Dönem Er ya da Uzun Dönem Erin tabi olduğu eğitimler değil. Lakin bugün bir Yedek Subay olmak isteyen ya da Subay olmak isteyen kişi için bir el kitabı niteliğindedir. Kitapta her türlü alacağı eğitimler ve geçeceği yollar anlatılmakta. Bu süreçleri yaşamak isteyen ya da göze almak isteyen A’dan Z’ye herkes kitabı okumalı ve incelemeli. Kendilerine birinci ağızdan ve birinci gözden aktardık.

Eserinizde bahsi geçen eğitim veren komutanlarımızın bir çoğunun gazi olması durumuna istinaden şu soruyu sormak istiyorum: Sizin bu eğitimler esnasında şahit olduğunuz ve dikkatinizi çeken bir husus oldu mu? Olduysa bizimle paylaşır mısınız?

Eğirdir’de eğitimler esnasında eğitim zaiyatı olan ve adı oradaki eğitim platformlarına verilmiş bir çok askerimiz mevcut. Bunların detaylarına girmek ne kadar hoş ve etik olur orası tartışmaya açık. Bu sebeple kitapta geçen kısımlar dışında pek detaya girmek istemiyorum. Herkesin şunu bilmesi lazım: Çığ altında kalan, intikaller esnasında sakatlanan veya oradaki kule atışlarında, sızma parkurunda şehadete erişen, bu yolda canını feda eyleyen daha kıtaya gitmeden, er meydanına çıkmadan şehit düşen onlarca personelimiz var.

Özellikle kısa dönem askerlik yapan insanlarda karşılaştığımız “Komutan çok sert.” tarzı olumsuz söylemler azımsanamayacak düzeyde. Fakat eserinizde de geçen şehidimiz Mehmet KIVIK’ın komutanların yaklaşımlarının olumlu olma düzeyine şaşkınlığı ve buna nazaran sorduğu sorusu var. Tüm bunları göz önünde bulundurarak komutanların askerlere olan yaklaşımı sizce tam olarak ne düzeyde?

Komutanın sert olmaması gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü “Disiplinin olmadığı yerde kan ve göz yaşı vardır.” sözü bilhassa gerçektir. Eğer emir komuta zincirini sert tutmazsanız meskun mahilinde yaşadığımız durumları yaşayabilirsiniz. İçeriye giren ve geldiğinde itaatsizlik eden personel görebilirsiniz. Bunu Polis Teşkilatı’nda da ne yazık ki sıkça gördük. TSK’nın ve özellikle de Piyade Sınıfının emir komuta zinciri, komutanların yapısının sert olması ve hiyerarşinin sert olması itibariyle çok keskindir. Bu da yeri geldiğinde görev için kaçınılmaz bir gereklilik ve mutlak sonuçtur. Komutanların hemen hemen hepsi yeri geldiğinde baba şefkatiyle yeri geldiğinde de tıpkı bir hükümdar ağırlığıyla gerçek bir komutan, savaşçı edasıyla verilmesi gereken komutu verir, yaptırılması gereken işi yaptırır. Nezaket dili beklemek hümanistliktir ve bunun ağır sonuçları olur. Dünyadaki bir çok ordunun yenilgisine baktığımızda içlerindeki emir komuta zincirinin zayıflığına ve komutanların naif yapısına borçlu olduğunu görebiliriz. Savaş ve eğitmek farklı bir meziyettir. Bunun için askeriyede bu tip şeylerden çok insancıl olmak ya da tek boyutlu düşünmek gerekir. “Neden böyle dediler?, Neden şöyle yaptılar.” demek yersizdir. Şartlar içerisinde olayları değerlendirdiğimizde komutanların hepsinin inebilecekleri seviyede hoşgörülü olduklarını görüyoruz zaten.

Eserinizde yer alan, şehidimiz Mehmet KIVIK’ın merak edip sorguladığı “Nefti Yeşili” hakkında okurlarımıza bilgi verebilir misiniz?

Nefti Yeşili Piyade Sınıfına ait bir tekstil rengidir. Yüksek rakımlı dağlarda güneşin bitkilerin üzerine vurduğunda ortaya çıkardığı yeşilin tonudur. Piyade için çok anlamlıdır. Emekli olduğunda da görev esnasında da bu böyledir. Piyade’nin yakasında taşıdığı yeşil sıradan bir yeşil değildir. Nefti Yeşili yüksek rakımlı dağlarda da TC’nin en ıssız Sırp Kayaları’nda da “Biz varız, biz oradaki güneşiz.” demektir.

Şehidimiz Mehmet KIVIK’ın görev yerlerinden biri olan ve eserinizde de bahsi geçen “Bingöl” hakkında bilgi verebilir misiniz? Adı nereden geliyor?

Bingöl kelimesine dair mitolojide birçok efsane mevcut. Yöre haklının uydurduğu efsaneler de var. Keza biz kitapta Mehmet Teğmen’in şahit olduğu, sadece kendisinin bildiği ve bir ihtiyar dostundan işittiği hikayeye yer verdik.

Eserinizde yer alan “Ölmemek için ölmek.” cümlesini okurlarımıza açıklayabilir misiniz? Ölmemek için ölmek ne demektir?

Ölmemek için ölmek eğitimlerde yeri geldiğinde canın çıksa da “Gık.” etmemektir. Çünkü vakti geldiğinde, er meydanına çıktığında ve sahaya inip sıcak temas sağladığında “Öldüm, bittim.” dediğin her eğitimin aslında ne kadar da az olduğunu fark edersin. Bu acı sonuçla karşılaşmamak için vaktiyle ölmeden önce ölmek gerekir ki hayatta kalabilesin.

Bizim için canını dişine takan yiğitlerimiz için “Bir mektup bir bayrak” adlı projeniz olduğunu biliyoruz. Bu projeden bahsedebilir misiniz?

Bir mektup bir bayrak projesi Türkiye’de çok yaygın bir projeydi lakin çok acı bir ifade olacak fakat toplu sayıda şehit vermeden yani şehit sayısı yükselmeden pek uygulamaya geçilen bir yöntem değil. Bir mektup bir bayrak projesinde öğrencilere yazdırdığımız mektupları beyaz zarf içerisine bir bayrakla beraber koyarak belirli birliklere (bunların internette adreslerini bulabilirsiniz) sınır birliklerine gönderiyoruz. Hiç tanımadıkları askerlere ve komutanlara hiç tanımadıkları gencecik, pırıl pırıl öğrencilerimiz duygularını ifade ederek mektuplar yazıp onları sevindirebiliyorlar, yanlarında olduklarını hissettirebiliyorlar.

Son olarak eserinizde de yer alan “tatlı yalanı” hakikate dönüştürebilmek, şehitlerimizi unutturmamak ve adlarını yaşatmak için neler yapabileceğimiz hakkında fikirlerinizi bizlerle paylaşabilir misiniz?

O tatlı ve güzel yalanı hakikate dönüştürmek, şehitlerimizi unutturmamak için yapılabilecek birçok etkinlik var. Bunların başlıcaları ilkokul ve ortaokul seviyesindeki öğrencilerimizi şehit mezarlıklarına götürmek ve ziyaret gerçekleştirmek. Burada MEB’e, İç İşleri Bakanlığı’na büyük pay düşüyor. Lakin ülkemizde milli şuur aşılama kısmında büyük bir sıkıntı var. Yeri geldiğinde bir kitap yazmak, yeri geldiğinde bir medya kanalında program yaptırmak çok mühim. Hiç şüphesiz bunun için de duyarlı, emek ve zaman ayırabilecek insanlara ihtiyaç var.

Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için tekrar teşekkürler. Allah bu kutlu davada şehadetle şereflenen tüm şehitlerimizin şehadetlerini kabul eylesin. (Amin.)

RÖPORTAJ: Başak AZAKLI

Vesile Dergi Sayı 5

Eylül 2021