
“Ömrümün en güzel mevsimi sensin,” diyordu şarkı. Öyle değil mi? Ah, o kadar doğru ki… Bir gün, bir sevda çalar kapını, davetsiz bir misafir misali. Ve o kapıyı açtığında sonbahar, enteresan bir şekilde bir anda ilkbahara döner. Evet, haydi, gelsin açıklasın bakalım bilim bunu. Açıklayabiliyorsan, haydi, gelsin üzerine kafa patlatsın filozoflar. Tabii, patlatabiliyorlarsa…
“Allah seni bana vererek, bu zamana kadar vermemiş olduğu her ne varsa, hepsinin telafisini yapmış oldu,” diyordu farklı bir sözde de. Durup düşününce insan, ne kadar doğru olduğunu görüyor. Ah, bazen öyle şeyler yaşıyoruz ki… O zamana kadar olmamış olan her ne varsa, hepsi için hamdüsenalar ediyoruz. Çünkü eğer olmuş olsalardı, karşımıza çıkan o muazzam armağandan nasibimize düşeni alamayacaktık.
Teslimiyet ve tevekkül… Öyle derin iki kavram ki, hakikaten insan kolay kolay o formata giremiyor. Kendi kendini sorguluyor, ne var ne yok süzgeçten geçiriyor. Ve yaşadığı şey karşısında akıl ile kalp muhakemesini en düzgün şekilde yaparak yoluna bir şekilde devam ediyor. Tüm bunları yaparken de:
“Allah’ım, sen meseleyi biliyorsun. Senden başka vekilim yok, dayanağım yok, yardımcım yok. Sen karanlıklarımı aydınlığa çevir, yollarımı dikenlerden temizle, çaresizliklerime çare ol,” diyebiliyorsa insan…
Zeynep Erol