Hayat, bir yolculuk… Ancak bu yolculukta ilerlemek için cesaret mi gerekir, yoksa merak mı? Korkularla dolu bir kalp, bu uzun ve belirsiz yolda adımlarını sağlam atabilir mi? Bu soruların cevabını belki de bir bebeğin ilk adımlarında bulabiliriz.
Bir bebek ilk adımlarını atarken korkudan habersizdir. Henüz düşmek ne demektir bilmez, acının nasıl bir his olduğunu anlamaz. Onu harekete geçiren tek şey, keşfetme arzusudur. Her şey onun için bir mucize gibidir; karşısındaki dünya, merak uyandıran bir sonsuzluktur. İşte bu yüzden korkmadan adım atar, yere düşer ama yeniden kalkar. Çünkü onun zihninde korku değil, yalnızca öğrenme ve deneyimleme arzusu vardır.
Peki, biz yetişkinler neden korkularımıza teslim oluruz? Korku, hayatın ayrılmaz bir parçası olabilir, ama bizi durdurmasına izin verdiğimizde, keşfetme ve ilerleme yeteneğimizi kaybederiz. Oysa insan, bebeklikteki o saf merak duygusunu yeniden hatırlayabilse, korkularını bir kenara bırakıp hayatın tadını çıkarabilir.
Korkular, öğrenilmiş duygulardır. Ancak cesaret ve merak, insanın özünde vardır. Hayat, korkuların gölgesinde yaşanamayacak kadar kısa ve kıymetlidir. Bu yüzden bebeklerden ilham almalı, merakın ve keşfetmenin gücüne sarılmalıyız. Düşmek, yalnızca yeniden kalkmanın bir başlangıcıdır.
Bu hayatta ilerlemek, korkuları geride bırakmakla mümkündür. Çünkü asıl yolculuk, cesaretle başlar ve merakla devam eder.
Hülya Yiğit