Selam Sonnur Hanım. Öncelikle röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için teşekkürler. Dilerseniz önce okurlarımız için Sonnur sever kimdir kısaca bahsedelim.
Rica ederim. Ben de çok teşekkür ediyorum 🙂 Sonnur Sever Rizeli denizci bir babanın en küçük kızıdır. 6 kardeşiz. Rize’de doğdum ama İstanbul’da büyüdüm. 83 yılında İstanbul’a yerleştik. O yıllardan beri yerleşik olarak İstanbul’dayım. 45 yaşında 3 çocuk annesiyim. Lise mezunuyum. 97 den sonra birkaç yıl film setlerinde çok olmasa da minik rollerde oynadım. daha sonrasında devam etmedim. Kamera önünden çok kamera arkasına meraklı olduğum için meslek olarak oyunculuk tercihim hiç olmadı. Çocukluktan beri yazmak ve yönetmek gibi bir hayalim vardı. O yıllarda bunu yapamayacağımı anladım ve hayallerden uzaklaşıp gerçeklere döndüm diyebilirim. Film setlerine gittiğim zamanlarda bir yandan da özel sağlık sektöründe sağlık çalışanı olarak çalışıyordum. Sonrasında devam edemedim. Evlendim ve anne oldum derken çalışma hayatına ve yazmaya çok ama çok uzun bir ara vermiş oldum. ben bu ara vermeye kendimi nadasa bıraktım diyorum 🙂
Harika. Biraz “o yıllar” diye belirtmiş olduğunuz yıllardan ve yaşam şartlarından bahsedebilir misiniz ?
Hayallerimden vazgeçmek zorunda olduğum o yıllarda bugünün şartları ve imkanları yoktu. Birilerine ulaşmak ya da bir şeyleri hayata geçirmek için beni yönlendirecek yol gösterecek birileri olmalıydı. Fakat ben imkansızlıklar sebebiyle üniversite hayallerimden de vazgeçmiştim. Dar
gelirli bir ailenin üyesiydim. O zamanlar birçok şeyin ucu genellikle maddiyata veya bir tanıdığın olmasına bağlı gibiydi. Zordu bana göre yazar olmak ya da sinemacı olmak. Çünkü ulaşacak kanalım yoktu. En önemlisi o yıllarda param yoktu. Hoş şimdi de param yok ama bugün imkanlar çok. o yıllarda Üniversite hayatım olsaydı belki de benim için bazı şeyleri yapmak daha kolay ve erken olacaktı. Bu sebeple bazen kendime çok soruyorum neden bugün gibi kararlı ve istekli olmadığımı… Fakat her ne kadar sorgulasam da bugün geldiğim noktadan da asla şikayetçi değilim. Hayat insanı bazen bir akarsuyun kıvrıldığı yollar gibi dağları tepeleri aşarak sürükler ve varacağı yere vardırır. Ben bugün geldiğim noktaya o yolları dolaşarak geldim diyorum. Şikayet yok benim hayatımda. Şükretmek var. 🙂
Sizce olmasını istediğiniz şeyler o zamanlar olsaydı şimdiki kıymet bilen Sonnur, hayalleri için vazgeçmeden çabalayan Sonnur olur muydu?
Bunu hiç düşünmedim dersem yalan olur. İnsan bazen geçmişinde yapamadığı şeylere dair olasılıkları düşündüğünde kendi iç dünyasında keşke(ler) ile yaşayabiliyor. Bugün geriye dönüp baktığımda o zamanlar toy ve tecrübesiz olduğumu görebiliyorum. Ve şunu fark ettim ki ben aslında hayallerimden vazgeçmemişim. Hayallerimi ertelemişim bugünüme. Ve eğer o yıllarda bu imkanlara sahip olsaydım ben yine ben olurdum. Çünkü bendeki bu istek aslında hep vardı. Olmayan bir şeyi sonradan olduramazsınız. Yalnız belki gençken daha fazla yıpranırdım diye düşünüyorum. Çünkü insanlar gençliklerinde her zaman daha hoyrat olurlar. Hem kendine, hem de güvendikleri gençliklerine. Bir söz vardır: İnsan hayatı geriye doğru anlar, ileriye doğru yaşar. Biz kıymet bilmeyi de bazen geriye dönüp baktığımızda anlayabiliyoruz. Kendim adına şunu
diyebilirim. Yaşadığım her şeyin olması gerektiğini bilerek ve kabullenerek yaşadım. Kötü şeyler insana tecrübe kazandırır. İyi şeyler ise hayatı geç anlamanızı sağlar. Dün Sonnur kim ise bugün ki Sonnur da aynı aslında. İnsanın tutan bir mayası var. o maya hiç değişmez. 🙂
Dün ki girişimci Sonnur ile bugünkü girişimci Sonnur neler yaşadı ve bu mücadeleci kadın hiç pes etme noktasına geldi mi?
Dünde kalan Sonnur daha toy ve çelimsizdi. Bugün ise daha güçlü ve dik duran biri. Daha girişken ve daha cesaretli. Öğrenme azmi ve merakı hiç bitmemiş biri. Bu biraz da benim fıtratımda olan bir şey galiba. Karadeniz gibi zorlu doğaya inat ayakta duran biri. Geride kalan yıllarımdaki Sonnur ise kendine olan özgüvenini sarsacak sözleri zaman zaman duyduğunda
çaresizce boyun eğmiş biri. Ve bu sebeple geçmişteki kendime çok kızıyorum. Kendimle kavga eden biriyim. (Ama sonra kendimle barışıyorum o ayrı 🙂 Bazen “yüreksiz Sonnur” olmakla çok suçluyorum kendimi. Şundan sebep: Bana benden çok inanan insanlar varmış aslında. Ve ben bunları fark edememişim ve bu yüzden bazı şeylerde yüreksizlik yaptığımı kabul ediyorum. Kolay kolay pes etmeyen bir insan gibi görünsem de; içimde bitirdiğim ve pes etmiş gibi yaptığım çok şey var. Pes etmek çoğu zaman korkaklık gibi algılansa da aslında pes etmek çaresizliktendir. Ve hepimiz insanız, doğal olarak ürkek bir yanımız da var. İnsan bazen öğrenilmiş çaresizlikle kararlar vermek zorunda kaldığında pes ettiğini sanıyorlar.
Şöyle sorayım o zaman: Sonnur’un hayatında en çaresiz hissettiği an ne zamandı ve o çaresizliğe rağmen Sonnur kendini nasıl toparlayıp tekrar yoluna baka bildi?
Karakter olarak aslında hayatını çok kontrollü yaşamaya gayret eden bir insanım. Ebetteki kontrolümü bazen kaybedip hayatı akışına göre de karşıladığım oluyor. Sürekli kontrol manyağı bir insan değilim açıkçası. Fakat genel anlamda öyle çok fazla işin içinden çıkamadığım zorluklarla karşılaşmadım. Öte yandan düşündüğümde, galiba hayatımda kendimi en çaresiz hissettiğim zamanlar, çocukluk zamanlarımdır. Çünkü insan çocukken çaresiz kalır. Çocuksun en nihayetinde. Başımıza gelen ufak bir sorunu bile korkumuzdan büyüklerimize söyleyememek ve bu yüzden suçlanacağını düşünmek, bir çocuk için büyük bir çaresizlik. En zoru da kötüyü bilmiyorsun o yaşlarda. Bu konuda çocukken çok zorlandığımı söyleyebilirim. O zamanlarımdan tek hatırladığım şey, kimi zaman çocuk zekâmla çözümler üretirdim. Daha ileriki zamanlarımda elbette çaresizliğin içine düşmüşlüğüm de olmuştur. Bunları çok fazla hatırlayıp kendimi üzmemek için deklare etmiyorum. Fakat her ne kadar çaresizlikler insanı zaman zaman yıldırma noktasına getirse de, sonrasında bir bakar ki iyi ya da kötü her şeyin bir çaresi oluyormuş. İnsan zaten çaresizliklerine çözüm üretebiliyorsa güçlü insandır.
Çocuklar konusunda hassas olduğum için özellikle sormak istiyorum: bir örnek var mı bu çocukluk döneminde yaşanılan çaresizlik konusunda?
Çok şey var aslında. Bugün düşündüğümde bazıları komik durumlar. Fakat en çok hatırımda kalan ve beni gerçekten çok korkutan bir anım var. Çocuktum annem babam evde yoklar ama neden yoklar hiç bilmiyorum. Ablam ve abilerim de yoktu. Kimi okulda kimi de işe gitmişti muhtemelen. Ve ben evde yalnız kalmıştım ama çok da hastaydım. “Anne abla” diye diye
ağladığımı hatırlıyorum. O kadar korkuyordum ki h hâlâ hatırımda. Hasta olduğum için acıkmıştım ve evde yemek de yememiştim. “ama ben çok acıktım” diye ağladığımı hatırlıyorum. 🙂 Ve bir kere de köydeki evimize yakın küçük ama dik bir ormanda kaybolmuştum. Ağlaya ağlaya eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Galiba o ormanda kaybolmam ve eve yolumu bularak gelmem bana ders oldu. O nedenle hayat mücadelesinde de yolumu hiç kaybetmemeye gayret ediyorum 🙂
Çocukluk demişken o aynı defteri silerek kullanan Sonnur geliyor aklıma. O yokluk… Şimdi de adeta telafi edercesine kendini geliştiren Sonnur var karşımızda. Çeşitli kurslar vs. kendimi geliitirmek için neler yapıyor Sonnur?
Önce şu defter detayından başlamak istiyorum. Çocukken idare etmeyi biliyorduk. Her şeye kolay ulaşamadığımızdan sahip olduklarımızın kıymetini bilerek büyüdük. Ben çocukken okul zamanlarımda bazen yokluktan, bazen gerek görmediğimden, geçmiş konuları silip tekrardan
kullandığım defterim, aslında benim hayatımın önemli bir metaforudur. Bugün ben o defteri silip yeniden yazıyorum diyebilirim. Kendi hayatımın defterini yeniden yazıyor gibiyim. Defterin bende bir de manevi boyutu var. Amel defterimiz vardır ya hani… Ne yaptıysan, ne ettiysen yaratıcının
kulları için şeceresini tuttuğu bir defter de var. Evrensel bir anlamı var aslında. İşte bu evrensel boyutunu düşündüğümde kendime şunu dedim: Sen bu dünyaya boş geldin, ama boş gitme! Mutlaka bir şeyler yapmalısın. Potansiyel var sende Sonnur boş durma!
İşte bu düşüncelerimle yola çıktım ve 2016 yılından beri kendime yatırım yapıyorum. Temel yazarlık, Senaryo yazarlığı kurslarına gittim. Bunun dışında çok eskiden beri de yazma merakım vardı. Şiir yazıyorum arada. Şiir seslendiriyorum. Birde sinema merakım var. Kitaplarım var. Mümkün olduğunca hayatımın meşguliyetlerinin arasına kendimle alakalı işlerle ilgileniyorum. Kitap okumak, araştırmak, yazmak bunlar son yıllarda hayatımın rutinleri arasına girdi. Biraz da meraklı biriyim. İlgi alanlarımı geliştirmeye yönelik yaşıyorum. Mesela son yıllarda çiçeklere ayrı bir merakım da var. Çok severek bakıyorum çiçeklerime. Toprakla uğraşmak beni rahatlatıyor. Yorgunluğumu alıyor.
Hakikaten çok kıymetli bir metafor. Son olarak şöyle bir soru yöneltmek istiyorum sizden: Evli ve 3 çocuk annesi bir kadın olarak bugün bile hala kendini geliştirmek için elinizden geleni yapıyorsunuz ve bu hakikaten harika bir şey. Hani o klasik bir düşünce vardır ya yaş geçti iş bitti diye bu klasik düşüncenin aksine yaşınız ile mutlu ve hayalleriniz ile barışık çok güçlü bir kadınsınız. Bu yönümüzde hakikaten hayran olmamak mümkün değil. Bunu neye borçlusunuz ve bu konuda kendini sınırlayan, hayallerini birtakım kalıplara sokmaya çalışan ve potansiyelini küçümsemek de olan insanlara neler söylemek istersiniz?
Önce yaş konusundan başlayayım. İnsan bazı şeylerin olmasını yaşı gereğine bırakır. Yani gençken yaptıklarınızı bazen ileri yaşta yapamazsınız. Neticede yaşlanmaya başlayan bir bedeniniz var. Fakat
insanın en genç kalan tarafı kalbi ve ruhudur. İnsan kaç yaşında olursa olsun kalbinde olanlar hep genç kalıyor. Ben de bu öğrenme azmimi, hayallerimin bir kısmını gerçekleştirmek için çabalayan tarafımı, genç kalan kalbime borçluyum galiba : ) Başıma ne gelirse gelsin sevmekten kendimi asla alı koymadım. İnsan sevgiyle yaşar der Tolstoy “İnsan ne ile yaşar” kitabında. Ben çok küsmeyi bilmem. Fakat çokça kırgınlıklarım da vardır. Yalan söyleyemem 🙂 İç dünyamda bir şeyler bazen biter bazen de hiç bitmez. Ben bir de düşmanca yaşamayı bilmem. Şu yaşıma kadar gözlemlediğim insanlara baktığımda kendiyle ve hayatla barışık olanlar hem mutlu oluyor, hem de hayata karşı daha da güçleniyor. Ben dedikoduyu da sevmem. Ve birilerini çekiştirerek kendi hayatıma yön vermem. Nefret etmeyi sevmem. Kin tutmam. Kısaca şöyle: insanı insanlıktan alı koyan şeyleri hiç sevmem. Öte yandan sınırlarım hem vardır, hem yoktur. O sınırlar eğer benim kişilik haklarımın ihlaline gelirse
sınır koymakta ve çizmekte çekinmem. Ve biri bana “bu yaştan sonra şu yapılır mı” dese de ben bunu çok fazla kafaya takmam. Elbette ki zaman zaman tepkilerle karşılaştım, canımı çok sıkan sözler olmuştur, oluyor da… Fakat en nihayetinde benim hayatımın içinde beni mutlu edecek şeylere ben karar veriyorum. Ben birilerinin mutluluğu için yaşamam. Kendin için, ama kontrollü bir şekilde yaşamaya başladığında, ailene de zarar vermeden yaşamaya başlıyorsun. Kendimden yola çıkarak, hani sordunuz ya “kendini bir kalıba sokan ve kendi potansiyelini bulamayanlara ne söylersiniz”. Eğer kişi, başkasının olumsuz bakan gözünden kendine bakarsa, gerçek kimliğini hiçbir zaman bulamaz. Ben buna hayatım boyunca çok fazla müsaade etmedim. Beni eleştirdiklerinde haklı haksız sebeplere baktım. Eğer benim yanlış bir yönüm varsa düzeltmeye gittim. Yoksa şayet, kendim olmaya devam ettim. Başkasının “şöyle ol” dediği bir kimliğe bürünürse insan, zaten bir şeyleri başaramaz. Öte yandan, hayatım boyunca kendimi hiçbir zaman “bir şey” zannetmedim. “Bir şey” olmaya çalıştım. Zannetmek
insanı yanıltır. İnsan biraz da tasavvuftaki “hiçlik makamı” meselesini kavrayıp yaşamayı bilmeli. En nihayetinde insan bir hiç iken topraktan var olup, sonra yine bir avuç toprakla hiç olacaktır.
Çok güzel. Bu istifadeli röportajıniz için çok teşekkürler. Başarılar diliyorum size
RÖPORTAJ: ZEYNEP EROL
Vesile Dergi Sayı 2
Haziran 2021