KAÇINILMAZ SON

Zaman zaman “Ama yavrucuğum, eşini leylekler getirmedi ki!” şeklinde söylemlerde bulunuyorum, fikir alışverişinde bulunduğumuz insanlara. Bunun üzerine biraz düşünmeye başlıyoruz: “Eşimi leylekler getirmedi” ne demek? Eşimle leylekler getirmediyse, olması gereken nedir?

 

Tüm kalbimle şuna inanıyorum ki; eşimizi leylekler getirmediğine göre ve ona o yaşına kadar emek veren, bütün zorluklara rağmen onu o yaşına getiren kişi ya da kişiler var olduğuna göre, iyisiyle kötüsüyle, fark etmez, gönlümüzü verdiğimiz ve ömür birliği yaptığımız kişi ya da insanlar, bize o insanların emeği neticesinde, o insanların vesilesiyle eşlik edebiliyorsa, o noktada durup kendimize çeki düzen vermemiz gerekiyor. Çünkü bu hiç de basit bir şey değil. Bugün bir çocuğu yetiştirirken ne kadar zorlanıyoruz, ya da gebelik süreci söz konusu olduğunda ne kadar zorlanıyoruz, düşünelim. Yani bu illa zorlanma açısından değil. Aslında, bir gebelik haberi aldığımızda nasıl mutlu oluyoruz, sonra tekmesini hissettiğimizde nasıl heyecanlanıyoruz, doğum zamanı geldiğinde nasıl bulutların üzerinde hissediyoruz kendimizi, o ilk temasta nasıl kendimizden geçiyoruz, uykusuz geceler, “Acaba ne yemek pişirsem?” gibi sorular nasıl tatlı bir hal alıyor ve tüm iliklerimizle, şefkatle ve büyük bir arzuyla yaşıyoruz. Sonra bir de bakıyoruz ki, büyümüş, kocaman olmuş, gönlünü başkasına kaptırmış. İşte bir başkası da bunları yaşayıp, bizim hayat arkadaşı olarak tercih ettiğimiz, gönül ve ömür birliği yaptığımız kişi için tüm bunları yaptı. Hastalandığında o insanlar onun yanındaydılar, değer yargıları oluşurken o insanlardan bir şeyler aldı. Anne olmayı ya da baba olmayı, kadın ya da erkek olmayı o insanlardan göre göre benimsedi. Yani her detayda o insanlar vardı. Biz kabul etsek de etmesek de, dolayısıyla böyle muazzam bir emek söz konusu iken, dakika dakika işlenmiş, nakşedilmiş bir süreç varken, bizim o insanları yok sayma, o insanlara hürmet etmeme gibi bir şansımız olamaz. Bu bir tercih olamaz. Sevgili Peygamberimizin de dediği gibi, bir yavrunun annesinin karnındaki bir tekmenin bile hakkını ödeyemeyecekken, bizim yaş almış büyüklerimizi göz ardı etme gibi bir şansımız yoktur ve olamaz. Aksine, onları sarıp sarmalamak, elimizden geleni onlar için yapmak zorunluluğumuz olabilir. Ve bunda gelin ya da damat gibi bir ayrım değil, insani bir duruş söz konusu olmalı. Yani, karşılıklı bir benzer bakış açısı olmalı. Çünkü bu gerçekten insani bir boyut. O verilen emeğin görülmesi, en azından o emeğin hatırına saygı duyulması çok kıymetlidir. Ama biz günümüzde ne yazık ki kapitalist kaygılarla o kadar kapılmış vaziyetteyiz ki, bunu yok sayıyoruz, atalarımızı beğenmiyoruz, sürekli eleştiriyoruz, hor görüyoruz, onları bir kenara atıyoruz. Onlar olmadan daha mutlu olabileceğimizi zannediyoruz ama öyle bir dünya yok. Çünkü onlar bizim özümüzü teşkil ediyor ve özür olmayan hiçbir şey hayatta kalamaz. Düşünün, bir hastaneye gittiğinizde bile kökeninize 7 kuşak geriye bakılıyor ya da popüler olan o aile dizimi çalışmaları söz konusu olduğunda bile, ailenizi yok sayamıyorsunuz. Dolayısıyla, düşüncelerimizi bir an evvel çeki düzen vermek zorundayız; aksi takdirde, bu değirmen böyle dönmez.

 

Hep diyorum: Kendi evinize bir şey mi alacaksınız? Maddi imkânınız doğrultusunda, karşı tarafın ihtiyacı varsa, ona da alın, ne kaybedersiniz ki? Herkesle düzenli olarak konuşuyoruz, bu bizim hayatımızın akışı haline geliyor. Madem her gün olmasa bile, en azından iki günde bir ya da haftada bir arayıp hal hatır soralım. “Nasılsın anneciğim, bir ihtiyacın var mı?” ya da “Nasılsın babacığım, bir ihtiyacın var mı?” diyelim. Gönüllerini hoş edelim, onlara hatırladığımızı ve dolayısıyla da değer verdiğimizi hissettirelim.

 

Bir yıl dönümü söz konusu olduğunda bile ya da ne bileyim, sevgililer günü, tanışma yıldönümü, evlenme yıl dönümü, nişan yıl dönümü, doğum günü vesaire vesaire… Yani özel günler söz konusu olduğunda bile, ne istiyoruz? Hatırlanmak ve hatırlamak, iliklerimize kadar hissetmek; değer gördüğümüzü, saygı ve sevgi duyulduğumuzu, duyduğumuzu iliklerimize kadar hissetmek ve hissettirmek istiyoruz. Çünkü saygı ve sevgi böyle bir şey, değer vermek böyle bir şey. Ve bu yalnızca ikili ilişkilerde böyle değil, genel olarak tüm ilişkilerde böyle. Dolayısıyla da yaşlılarımız için de bu böyle. Yaş almış olmaları sebebiyle ekstra olarak hatırlanmak, değer görmek, hürmet edilmek istiyorlar ve bu onların en büyük hakkıdır. Dolayısıyla, benliklerimizi kapının arkasında bırakıp, biz olabilmeyi becermemiz lazım. Aksi takdirde, bireysel olarak mutlu olmaya çabalarken, çabalarımız bir girdap misali bizi içine alıp batırmaya devam edecektir. Evet, bu kaçınılmaz bir son.

 

Zeynep Erol