Bugün Kur’an’ı Kerim’imin dış kabını yenilerken naylon olan şeffaf kabı çıkardım çok eskimişti. Altında kalan renkli kabı çıkarmaya bir türlü elim varmadı, çıkaramadım nedense. Düşündüm “Neden çıkaramıyorum acaba?” Sonra anladım ki hüznüme, kederime şahit ettiğim duvarlar gibi bu kabın da gönül yükümü çokça çektiğini hissettim ve dışındaki şeffaf kabı yenileyerek devam edebileceğimi düşündüm. Belki çoğu psikolojik uzmanlara göre geçmişte yaşamak ya da hatıralara değer vermek olarak adlandırılabilir bir durum olsa da işin aslı tamamıyla gönül dünyam.
İnsan her ne kadar büyüse de yaş alsa da maziye bakmak gerekiyor bazen. Çoğu zaman hayatımızı anlamlandıran aslında tıpkı şeffaf kabın altındaki gibi bazı yerleri eskimiş yırtılmış zamanlar.
Sonra Kudüs’ü düşündüm. Hem de her küçük şeye “travma” deyip ne yapacağımıza, nasıl davranacağımıza şaşırdığımız bu çağda çocuklarımızı ve Kudüs’ün çocuklarını düşündüm.
Bir fotoğraf ve video gördüm. Bir önceki gün bomba sesiyle korkudan titreyen çocuğun sonraki günlerde oyun oynarken mutluluğunu gördüm. Kur’anımın altta kalmasını istediğim kabından daha fazla yara almış, yürekleri pare pare olmuş sineleri düşündüm. İçime kara bulutlar çökmüşken kendime “Mümine ümitsizlik yakışır mı, alemlerin Rabbi varken, her şeye şahitken, gidenler şehit olmuşken.”
Peki ya geride kalanlar… Rabbim, kalanlar nasıl saracaklar yaralarını? Şartlar ne kadar değişirse değişsin, zaman ne kadar geçerse geçsin yürekler hep yanacak, acılar hep taze kalacak.
Rabbim onların yüreklerini Sen sar, Sen okşa rüzgarınla saçlarını güzel çocukların. Dünya bu kadar acımasız olmuşken ve nefisler bu kadar bencilken Sen yardımını görünmeyen ordularına ulaştır, onları öyle bir sar ki hiç iz kalmasın. Amin.
YAZAN: Betül KILINÇKAN