Ne yaparsan yap ama bendeki seni bitirme. Çünkü bendeki seni bitirirsen eğer, bir daha benim için geri dönüşü olmaz. Dersin, ancak dediğin şeyin bir hükmü olduğunu görmek istesen de bazen tam tersine neticelendiğini görürsün. Yani insanlar, sendeki kendilerini bitirmemek için değil, tam tersi, bitirmek için olağanüstü bir çabaya girerler. Bunu o kadar istikrarlı bir şekilde yaparlar ki günün sonunda sen de hayret edersin; karşı taraf fark ettiğinde kendisi de hayret eder. Ancak netice itibarıyla gelinen noktada her şey bitmiş ve ufacık bir kırıntı bile geride kalmamıştır.
Sevdiğinizi savunuyorsanız ve bu sevgi, cinsiyet fark etmeksizin samimi bir sevgiyse, karşı tarafla ilgili hayalleriniz ve hedefleriniz olur ister istemez. Evet, cinsiyet fark etmeksizin diyorum, çünkü kendi cinsiyetinizden birisini seviyor olsanız bile birlikte bir şeyler yapmayı hayal edersiniz, bir yerlere gitmeyi hayal edersiniz ya da ne bileyim, buna benzer şeyler hayal edersiniz. Yani bir şekilde o kişiyi hayallerinizin ve hedeflerinizin, dolayısıyla da hayatınızın bir parçası haline getirirsiniz. Bu düşünce size yabancı gelmez. Yine aynı şekilde, karşı cinsten birisini seviyorsanız da benzer bir tablo söz konusudur: Flört etmek istersiniz, sevgili olmak istersiniz, evlenmek istersiniz, yuva kurmak istersiniz, sevdiğiniz insandan evladınızı dünyaya getirmek istersiniz ya da o klasik pembe panjurlu evinizde vakit geçirmek istersiniz, falan filan. Ancak tüm bunlar yoksa, yani karşınızdaki kişi, daha doğrusu sevdiğinizi dile getirdiğiniz kişi, hayallerinizde, hedeflerinizde ve dolayısıyla hayatınızda yoksa, somut olarak var olmasının ne anlamı var peki? Yani hayaller kurmadığınız, hedeflerinizin olmadığı, hayatınızda var ile yok arasında mekik dokuyan ve yokluğunu bile kabul ettiğiniz, dolayısıyla da kaybetmekten yana herhangi bir acı ve telaş duymadığınız bir kişi hayatınızda neden var?
Hayatta sözler verilir ve hatta bazen bazıları bu sözleri verirken bir hayli büyük oynar. İddialı sözcükler ve cümleler havalarda uçuşur. Ancak günün sonuna geldiğimizde ya bu sözler tutulmamış olur ya da zoraki bir şekilde tutuluyordur. Yani ne demek istiyorum? Büyük lokma yeme misali, büyük sözler ederek kendi topuğumuza sıkıyoruz aslında. Ve öyle bir kasvet oluşturuyoruz ki gönlümüzde ve ömrümüzde, o kasvet ile yolumuza devam ediyoruz ya da edemiyoruz. Ancak buna gerek var mı gerçekten?
Ben birisini seviyorsam eğer, elbette ki o kişiyle güzel hayaller ve hedefler kurup hayatımın bir parçası haline gelmesini arzu edebilirim. Bu gayet normal bir şey. Ancak zaman içerisinde bazen karşılıklı olarak hayallerin ve hedeflerin birbirine uyumlu olmadığını fark edersiniz. Yani çok ciddi çatışmalar söz konusudur. Bu çatışmalar her ne olursa olsun birbirini desteklemiyor ve en kötüsü de her iki tarafı da paramparça ediyordur. Böyle bir tabloda bazen yolları ayırmak gerekir. Yani “nasıl olsa ben bir söz verdim ve her ne pahasına olursa olsun bu sözü yerine getireceğim” zihniyetinden kurtulmak gerekir. Çünkü hayatta verdiğimiz her sözü tutamayabiliriz. Hele ki büyük konuştuğumuz hususlarda, yukarıda da belirtmiş olduğum üzere, kendi topuğumuza sıkmış olabiliriz. Dolayısıyla da göz göre göre mutsuz ve huzursuz olmak ve huzursuz etmektense mutluluk ve huzur dilemeyi bilmek gerekir bazen.
Hayatta bazen bazı insanlar iki ateş arasında kalır. Ne sağ taraftan vazgeçmek isterler ne de sol taraftan. Ancak birinden birini seçmek zorundadırlar ve bu seçimi bir türlü yapmayı beceremezler. Çünkü eğer bir seçim yaparlarsa konfor alanları bozulacaktır ve oturdukları yumuşacık, pofuduk bulutlar bir anda rahatsız edici, dikenli bulutlar haline gelecektir. Evet, şimdi burada şöyle bir soru doğuyor bence: Bir insan, bir ateşi kucakladığında ve tüm benliğiyle o ateşin yakıcılığını ve belki de sıcaklığını iliklerine kadar hissettiğinde, başka bir ateşe niçin ihtiyaç duyar ki? Diyelim ki duyuyor, o hâlde daha önceden kucaklamış olduğu ateş gerçekten hâlâ yanıyor mu acaba?
Şu bir hakikat ki hiç kimse, hiç kimsenin hayatında ikinci planda olmayı hak etmez. Ve yine aynı şekilde, hiç kimse, hiç kimseyi hayatında ikinci plana atma hakkına ve haddine sahip değildir. Dolayısıyla bu noktada insanın ne istediğini bilmesi çok önemli. Aksi takdirde enteresan bir ilişkiler yumağıyla karşı karşıya kalabiliyoruz.
“Seni kesinlikle kaybetmek istemiyorum” diyen insanların telaşları, ilk ilişkileri için de geçerli mi acaba? Sizin için kaybetmek istemiyorlar mesela. Peki, sizi ne olarak görüyorlar? Siz onların hayatında olduğunuzda bu onlar için ne ifade ediyor? Niçin mekik dokumayı tercih ediyorlar? Sizin değerinizi niçin ayaklar altına alıyorlar ve siz buna niçin müsaade ediyorsunuz? Peki, böyle bir insanla sizin ne işiniz var? Evet, bu ve buna benzer deli sorular, ister istemez insanın zihninde yankılanıyor ve cevaplar yalnızca kişinin gönlü üzerinde varlık buluyor.
Hayatında birisi olduğunu dile getirdiği ve hayatındaki kişiyi deliler gibi sevdiğini belirttiği hâlde bir kişi size “seni kaybetmek istemiyorum” diyebiliyorsa, burada asıl kaybetmek istemediği şey kendisidir. Çünkü okşanan gururu ve belki de tatmin edemediği benliği vicdanının önüne geçiyordur. Ve böyle bir tabloda sessizce kapıyı çekip çıkmaktan ve bildiğiniz yoldan ilerlemekten başka bir seçeneğiniz yoktur. Aksi takdirde kalırsanız…
Uzun lafın kısası, hayat laflardan da kısa. Ve bu kısacık hayatta her insan, dolu dolu sevmeyi, sevilmeyi, huzuru ve mutluluğu iliklerine kadar yaşamayı ve hissetmeyi hak ediyor. Ve tam aksini lütfen hiç kimse kendine layık görmesin.
✍️ Zeynep Erol