Merhaba Zeynep Hanım. Öncelikle röportaj teklifimizi kabul etmiş
olduğunuz için teşekkürler. Dilerseniz ilk olarak okurlarımız için Zeynep Erol kimdir? Kısaca bahsedelim.
Zannediyorum ki, Vesile Dergi’nin Genel Yayın Yönetmeni ve görme engelli bir birey olduğumu belirtmem yeterli olacaktır.
Malum her yıl olduğu gibi bu yıl da 3 Aralık Dünya Engelliler Günü olarak kutlandı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Eğer o gün ölüm yıl dönümü olarak görülüyorsa biz ölmedik, yaşıyoruz.
Eğer o gün engellilik halinin kutlandığı bir gün olarak görülüyorsa engellilik hali yaşıyor olmanın kutlanacak bir tarafı yok. Kimse kolunu, bacağını kırıp alçıya alınınca kutlama yapmaz değil mi? Ki zaten kimse kolunu bacağını bile isteye kırmaz o da ayrı bir ironi. Nasıl diyeyim böyle “Engelliler tüm yıl boyunca kabuğuna çekilsin, ayağımıza dolanmasınlar. Biz de bir yılın sonunda onları analım ve onlar için kutlama yapalım.” demek gibi bir şey bu ve bunun gibi günlerin varlığı.
Görme engelli bir birey olduğunuzu dile getirmenize istinaden şunu sormak istiyorum: Özel durumunuzla ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?
Ben sonradan görme yetimi kaybettim ve madalyonun diğer yüzü ile yüzleştim. Benim için çok sancılı bir süreç oldu. Özellikle de bilinmezliklere gebe bir süreç yaşıyor olmak beni çok yordu ve yoruyor. Zira hastalığımın ne tam anlamıyla bir teşhisi var ne de tedavisi. Kimi genetik olduğunu
savunuyor kimi sonradan olduğunu. Tam bir muamma yani. Ben hastalığımın bir anda kendini göstermesiyle birlikte lisede durumumu idrak edebildim çünkü o zamana dek hiçbir doktor neler yaşayacağımı bana söylememiş ve hastalığa dair bilgi vermemişti. Bu sebeple sıradan bir hastalık zannediyordum. Ancak ne zaman ki yapabildiğim şeyleri yapamamaya başladım işte o zaman hakikatin tokadını yedim. Yani lise dönemim hayatımın Rönesans’ı diyebilirim. Bu noktada benim en büyük şansım İmam Hatip Lisesi’nde okumuş olmamdı. Çünkü hakikat tokadını yiyerek serseme dönmüş olan ruhumun şifası Rabbimin ayetleri oldu ve bu ayetleri de bana kıymetli hocalarım sundu. Onlara minnettarım.
Tüm bu süreçlerde sizi en çok zorlayan ne oldu?
Önceki cevabımda da belirtmiş olduğum üzere bilinmezlik çok zorlayıcı ve yorucu. Psikolojiyle ilgilenenler bilir Muzaffer Şerif adında kıymetli bir bilim insanımız vardır ve bu bilim insanımız yapmış olduğu deneylerde görür ve gösterir ki biz insanoğlu bilinmezlikten hiç hoşlanmayız. Hatta öyle ki yanlış bile olsa o şeyi bilmeye ihtiyaç duyarız. Bu mantıkla bakacak olursak hastalığımın bilinmezlere gebe oluşu tahammül sınırlarımı zorluyor. Yani kimi doktorların “Bundan kötüsü mü var böylece kalır görüşün.” demeleri, kimi doktorların “Zamanla görme yetimi tamamen kaybedeceksin.” demeleri, benim ömrümden eksilen her günün o bilinmezliğe doğru kürek çekiyor oluşu zor ve yorucu.
Her şeye rağmen enerjik ve üretkensiniz. Bunu neye borçlusunuz?
Dünyaya bir daha gelmeyecek olmam ve “Ah, vah!” etsem de hiçbir şeyin değişmeyecek olmasına borçlu olabilirim. Rabbimiz eğer beni seçtiyse hiç
şüphesiz bir sebebi ve dokunmam gereken gönüller var demek ki. Hiçbir şey sebepsiz değildir.
Önceden yapabildiğiniz şeyleri yapamamaya başladığınızı belirttiniz. Peki en çok neyi özlüyorsunuz?
Kitap okumayı. Gözlerimi satırlar üzerinde gezdirirken o eşsiz kitap kokusunu solumayı çok özledim. Biliyorsunuz görmeyenler için sesli kitap platformları var lakin dokunmak gibi olmuyor maalesef.
Özel durumu olanlara karşı toplumda nelerin değişmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Çok şeyin. Sarı şeritlerin saçma sapan bir şekilde işgal edilmemesini, kaldırımların çukurlarla dolu olmamasını, araçların uluorta park edilmemesini, insanların bize karşı vebalıymışız gibi tutumlar sergilememelerini vs. Çok şey istiyorum yani. Çok ve olması gereken şeyler.
Sizce toplumsal farkındalık için ne yapılmalı?
Her şey normal akışta ilerlerse ve kibir rekoru kırmak için birbirimizle
yarışmazsak ilave bir şeyler yapmaya gerek kalmayacak zaten. Yani
İslamiyet’ten kopmuş olmasak her şey harika olacak. Mesela bizim dinimizde yoldaki taşı kaldırmak sadaka ve sevap
lakin şimdilerde söz gelimi Müslümanlar “Bana ne ya önlerine
baksınlar. Körler mi?” diyorlar. Evet yavrucuğum körüz maalesef (!)
Sizce çocuklarımıza bu duyarlılığı nasıl aşılayabiliriz?
Bu noktada da aynı mantığın geçerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü fıtrat
üzere yaratılmış olan yavrularımız zaten duyarlılar. Mesela bir yavru özel durumu olan bir birey gördüğü zaman ona merak ve merhametle yaklaşıyor, tanıyıp tanımlamak istiyor lakin o noktada ebeveyn hemen kenardan çıkıp yavruyu azarlıyor, yavruya yaptığı şeyin yanlış olduğu izlenimini armağan ediyor. Hani bazı filmlerde kimden geldiği bilinmeyen bir paket gelir de içinden hoşa gitmeyen şeyler çıkar ya onun gibi bir şey. Ebeveyn yavrunun kucağına göz göre göre bomba bırakıyor. Oysaki kibrine
yenilmese ve yavrudan da öğrenebileceği şeyler olduğunu kabul etse özel bireyleri de kabul edecek.
Son olarak toparlayacak olursak okurlarımıza neler söylemek istersiniz?
Kimsenin kimseden bir üstünlüğü yok. İlla üstünlük gözeteceksek asıl üstünlük içimizdeki güzellikte gizli. Farkında olunması niyetiyle.
Röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için tekrar teşekkürler. Hayırlara vesile olmak niyet ve duasıyla.
Vesile Dergi Sayı 8
Aralık 2021