GÖZLERİMİN GÖRDÜKLERİ

Aziz NESİN misali yaşıyorum şu sıralar hayatı, gözlerimin gördükleri, kulaklarımın duydukları istemsizce kurduruyor cümleleri: “Öyle bir ağlasam ki çocuklar size hiç gözyaşı kalmasa/Öyle bir aç kalsam ki çocuklar size hiç açlık kalmasa/Öyle bir ölsem ki çocuklar size hiç ölüm kalmasa”…

Yer Filistin/Gazze neredeyse her gün ağlıyor çocuklar: korkudan, acıdan, açlıktan, susuzluktan, insanlık dışı muamelelerden. Suları kesildi, elektrikleri yok, yemekleri yok ve bu çocuklar ölüyorlar. Kimisinin bedenini mermi deliyor, kimisinin bedenini bomba parçalıyor, kimisi ise açlıktan ve susuzluktan yavaş yavaş ölüyor. Sahi hangi ölüm onlar için daha iyi? Bir dünya düşünün ki çocuklarının ölümden başka seçeneği yok ve hangi ölüm daha iyi diye seçim yapmak zorunda kalacak. O çocukların, bebeklerin, yeni doğanların hatta hiç doğamayanların toprak derdi yoktu biliyor musunuz? Hatta din, dil, ırk, mezhep, ülke, şehir, insan derdi yoktu. Tek dertleri vardı onların: “Yarın ne oynasak?” Oyunlarını aldılar o çocukların ellerinden, oyuncaklarını aldılar. Artık onlar her şeyin farkında ve ellerinde oyuncak silahlarla kendilerini korumaya çalışıyorlar. Nasıl bir psikoloji? Sormak istiyorum: -Olur ya beşeriz, şaşarız- hangi gece çocuğunuzu yemek yedirmeyi unutup veya su içirmeyi unutup aç, susuz uyuttunuz? “Aaa olur mu canım öyle şey, anne baba çocuğu için yaşar, aç, susuz yatırılır mı hiç küçücük çocuk, yazık değil mi?” Gibi cevapları siz demeden ben duydum. Peki ya soruyorum size hiç günahı olmayan, bir şeylerin farkında olmayan, tek suçu ,kendi seçimi dahi olmayan, bu dünyaya gelmek olan çocukların ölmesi, zulüm görmesi, eziyet çekmesi, sularının kesilmesi, yemek yiyememeleri, elektriksiz bir hayata hatta evsiz bir hayata mahkûm edilmeleri ve yarın diye bir günlerinin beyinlerinde hayal olarak kalması yazık değil mi? Bu tepkileri vermek için illa bizim evladımız mı olmalı aç yatan, eziyet gören? Yazık değil mi elin çocuğuna?

Elin çocuğu, Müslüman’ın çocuğu eziyet, zulüm, açlık, susuzluk yaşarken, ölürken bir avuç gayrimüslime karşı ordu gibi kalabalık olan Müslümanlar dilsiz, sağır, kör ve kalpsiz. Oysa ki Kuran’da adı geçen “Kalpleri mühürlü olanlar.” Müslümanlar değildi. Sahi ne oldu bize? Ne oldu dinimize, inancımıza, değerlerimize, hak uğruna olan çabamıza? “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan gibidir.” Diyor Kuran’da Rabbimiz. Sahi bizler kendimize dilsiz birer şeytan olmayı yakıştırıyor muyuz? “Hak yolunda, hakikat yolunda gerekirse feda olsun kellem.” Diyenlerin yanında yalnızca klavye başından, oturduğumuz yerden konuşarak olmak yakışıyor mu Müslümanlığımıza? Haksız bir dava uğruna ölen, öldüren haksız da olsa kendini haklı bulduğu dava için yırtınanlara karşı hak davamızda sesimiz yalnızca bu kadar mı çıkıyor? Daha fazlası yok mu? Silkelenmenin vakti geldi de geçiyor sevgili dostlar. Her yerde sık sık okuduğum “Allah yardım etsin, Ebabil gelsin, İsa insin, Hızır yetişsin, Mehmetçik girsin.” Demek yardım şekli değil. Elbette ki Allah’ın gücü tek bir “Ol!” Demesi ile oldurmaya yeter lakin burada mühim olan bizim Müslümanlık vazifemizi yerine getirip getirmeyeceğimizdir. Elbette ki Ebabil, İsa, Hızır yetişir lakin burdaki mevzu biz Müslümanların ne zaman yetişmek için harekete geçeceğidir. Kıssadan hisse olarak deve hikayesini anımsayabiliriz elbette. Deveyi sağlam kazığa bağladıktan sonrası Allah’a, en yüce makama kalmış. Önce tedbir, sonra tevekkül. İlk önce tarihimizi bileceğiz, baştan savma, kulaktan doğma, kaynaksız, laf ola beri gele şeylere inanmak yerine sağlam bir araştırma ile tarihimizi öğreneceğiz, sonra davamızı bileceğiz “Bu tarihten yana olan dava nedir?” Öğreneceğiz, hak ile batılı ayırıp hakkın yanında olacağız, duruşumuzu belli edip bu uğurda cansa can, kansa kan vererek direneceğiz. Çocuklar, gençler, yaşlılar ölürken dava hiçbir zaman toprak davası olmadı. Dava hak ile batıl davası oldu. Aksamız, ilk kıblemiz, dini değerlerimiz, manevi değerlerimiz ayaklar altına alınmaya, çiğnenmeye başlanınca “Yeter!” Dedi bir avucumuz. Oysa ki biz bir orduyduk. Peki ya biz ne zaman “Yeter!” Diyeceğiz, neyi beklemekteyiz? Rabbimizin müjdesini gördüğümüzde başımız dik halde, sevinçle, mutlulukla orada bulunmak istemez miyiz? O mübarek gün Aksa’da özgür ve huşu içerisinde namaz kılan cemaatin arasında yer almak istemez miyiz? Ne için varız biz sevgili dostlar, ne için yaşamaktayız? Bu zulme, eziyete sessiz kalmak neyimize? Bir avuç batıl savunucusuna karşı ordu olan hak dava neferlerini neden bir avuç halde bırakıyoruz? Neyimize güveniyoruz dostlar, Rabbimiz sorduğunda ne cevap vereceğiz? Vallahi bu gidişle beklediğimiz Ebabil ilk bizi taşlar. Ebebil’i beklemeyelim Ebabil olalım dostlar. Silkelenme vakti geldi, geçiyor bile. Minik bedenler nelere şahit oluyorlar, neler yaşıyorlar? O bebekler, çocuklar, yaşlılar, gençler bizim hak davamız için orada can verirken üç maymunu oynamaya devam mı edeceğiz? Dilsiz şeytan olmayı kabul mü edeceğiz? Peki ya kalbi mühürlü olanlar, onlardan bir farkımız olmasın mı?

 

YAZAN: Başak AZAKLI