Bu başlık okunur okunmaz yöneltilebilecek itirazları duyar gibiyim değerli gönül dostlarım. “Bir dünya görülmüyorsa, o halde yok demektir. Olmayan bir yere sefer düzenlemek de anlamsızdır!”
Varsayımlara dayalı bu ve benzer itirazları bir kenara bırakıp, “görülmeyen bir dünyaya” niçin sefer düzenlendiğini anlatmaya çalışayım. Neresi bu görülmeyen dünya ve sefer niçin yapılıyor?…
Üzerinde yaşadığımız bu dünya, pek çok insan için -belli bir noktaya kadar- onların görüş mesafelerine açık. Ancak bir de, görme engelli olduğu için diğer insanların içinde yaşadığı hayatı, kendilerince “görülmeyen bir dünya” üzerinde geçirenler var.
Kelime oyunlarını bir yana bırakırsak, başlığımız şöyle olacaktı:
“GÖREMEYENLERİN DÜNYASINA” SEFER VAR…
İşin aslı; kimileri, dünyayı ve içindekileri görebilme nimetine sahip; kimileri de, yine bir
imtihan gereği bu nimetten yoksun. ışte, seferin amacı da bu. Yani, yaşananları (ya da yaşanamayanları) anlama çabası…
O halde bir kez de şöyle soralım sorumuzu; görme engellilerin dünyasına kısa bir yolculuk yapmaya ne dersiniz?…
Görme engelli olsaydınız; bir öğrenci, çalışan bir kişi ya da bir ev hanımı olarak acaba bir gününüz nasıl geçerdi? Sabah, yataktan kalktınız ve yüzünüzü yıkamak için lavaboya gidiyorsunuz… Aman, dikkat! Yolunuzun üstünde çarpabileceğiniz eşyalar, takılabileceğiniz bir paspas ya da eşik olabilir…
· Üstünüzü giymek üzere dolabı açtınız… Yine dikkat! Birbirine uygun kıyafetleri seçip, önüne-arkasına, sağına-soluna dikkat ederek giyinmelisiniz…
· Sıra geldi kahvaltıya… Kahvaltıyı hazırlarken bir önceki gün neyi, nereye koyduğunuzu bilmeniz yararlı olacak galiba…
· İşe veya okula gidecekler için evden çıkma hazırlıkları başlıyor… Merdivenleri inme, kaldırımda yürüme, caddede karşıdan karşıya geçme belki daha kolay olacaktı, eğer merdivenlerin trabzanları olsaydı; kaldırımlarda açılıp da bir türlü kapatılamayan çukurlar, kaldırımın ortasındaki direkler, reklam panoları ve bir baştan bir başa kaldırımları dolduran park etmiş arabalar olmasaydı; sesli trafik lambaları ya da üzerindeki düğmeye basınca yayaya yeşil ışık yakan trafik lambaları olsaydı…
· Artık durağa geldiniz… Otobüs veya dolmuşla gideceğiniz yeri duraktakilere söyleyip, gelince sizi de haberdar etmelerini rica ediyorsunuz… Yanınızda fısır-fısır konuşmalar; “Gerçekten kör herhalde… Nasıl buraya kadar geldi acaba, peki ya bundan sonrasını nasıl gidecek?…”
· Okulunuza geldiniz… Devam edebileceğiniz bir görme engelliler lisesi yok; üstelik bu işin bir de üniversitesi var ve siz de eğitim hayatının sonunda diğer insanlarla birlikte iş hayatının içinde olacaksınız. Bu sebeple, siz de diğer insanlar gibi eğitim hakkınızı kullanmak üzere normal bir okula geldiniz (Başka bir alternatifiniz de yok zaten). Öğretmen, tahtada problem çözüyor; grafik çiziyor; haritayı gösteriyor; “şimdi, şuraya dikkat edin…” diyor. Allah’tan ki; bazı derslerden muafsınız…
· Ders kitaplarınızın kabartma yazıyla hazırlanmış olması gerekiyor ama bu konuda çok sınırlı sayıda kaynak var. Çevrenizdeki insanlardan kitapları sizin için bir kasete okumasını rica ediyorsunuz. Derste anlatılanları da -eğer imkanınız varsa- kayda alıyorsunuz…
· İşinizde –eğer işiniz varsa- ilk başta dikkatle bakacak size insanlar; acaba nasıl yapıyor ve bir yanlışlık oluyor mu diye… Belki de zamanla hayran olacaklarsa da, ilk başta biraz yadırgayacak ve belki de size nasıl yaklaşacaklarını bilemedikleri için tedirgin olacaklar…
· Bir ev hanımı olarak, yoğun bir gün sizi bekliyor… Bulaşık, yemek, evin temizliği, ütü,…
Komşularınız, önce merak edecekler işleri nasıl yaptığınızı… Sonra, başarı öykülerinin gazetelere ara sıra yansıyan birkaç engelliden ibaret olmadığını görecekler belki de sizin şahsınızda…
· Sokakta önüne bakmadan yürüdüğü için size çarpan ve buna rağmen “Kör müsün be kardeşim, önüne baksana!…” diye söylenen şahsa; “Ben, görme yeteneğine sahip olmadığım için göremiyorum, ya sen?…” diyeceksiniz belki de…
Siz, devam edebilirsiniz bu vb. örnekleri “yaşıyormuşçasına” sıralamaya… Hatta, gözlerinizi sıkıca kapatıp, evinizde bir tur atmaya çalışarak, bütün uzuvlarınızla yaşayabilirsiniz bu deneyimi. Ben, yine bir hatırlatmada bulunmak istedim siz “yolcular”a. Amacımız kimseye acımak, kimseleri acındırmak değil. Demiştik ya hani; bu, yaşananları (ya da yaşanamayanları) anlama çabası… Sırtımızdaki çantalarda anlama çabalarımızdan devşirdiğimiz “anlaşılmışlar” olmalı seferin, yolculuğun sonunda.Onlar, göremedikleri dünyada “duyarak ve hissederek görenler”… Belki de, zaman zaman görme yeteneğine sahip olanlardan çok daha iyi algılıyorlar olayları ve duyguları… “Bakmak” ve “Görmek” arasındaki farkı anladığımızda ve sahip olduğumuz nimetlerin bir an için bile olsa yokluğunu düşündüğümüzde hayatı daha güzel görmek mümkün olacak inanın. Güzeli görmek istiyor ve güzel düşünüyorsak, elbette güzellikleri göreceğiz. Ne demiş bir güzel insan; “Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen de hayatından lezzet alır.
Yusuf Durdurmuş