Selamünaleyküm. Talha Bey öncelikle röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için teşekkürler. Dilerseniz ilk olarak okurlarımız için Talha UĞURLUEL kimdir kısaca bahsedelim.
Estağfurullah ne demek ben teşekkür ederim. Bu ilginiz ve çevreye faydalı olma arzunuzdan dolayı sağ olun. Ben tarihçiyim aynı zamanda sanat tarihçisiyim küçüklüğümden beri tarihi eserlere merakım var. Gezmeyi çok seviyorum. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarımda da çevremde tarihe meraklı birkaç arkadaşımı bulunca onlara “Burada tarihi camii, yatır, evliya türbesi varmış gidelim.” demişliğim çok olmuştur. Özellikle lise dönemimde arkadaşlarım “Haftalardır bizi mahvettin tarihi yerleri gezdire gezdire.” derlerdi. Ariyetten üniversite yıllarımda Radyo DJ’liği yaptım. 90’lı yıllarda Esen Bandı yeni başlamıştı. Üniversitede çevremde olan birçok insan sadece okula gidip geliyor, kafelerde oturuyor, kendine göre aktiviteler yapıyordu. Ben 4 sene boyunca çalıştım. Radyo DJ’liği ve dizi rehberliği (insanları gezdirmek, tarihi yerleri öğrenmek gibi) yapıyordum. O dönem sosyal medya yoktu olsaydı çok güzel olabilirdi mesela şuan sosyal medyadan çok istifade ediyorum. Daha sonra tarih bölümü okudum fakat tarih okumak beni kesmedi çünkü tarih tek başına sadece bir anlatıdan ibaretti. Anlatılanların bir de görsel yönü olması lazım. Anlattığınız kişinin mezarı, mezar taşı, yaşadığı ev, savunduğu kale, yürüdüğü yol, bindiği atın koşulları, kaldığı çadırın işlemeleri vs. bunların hepsi geçmişe ait somut izleri veriyor. Tüm bunlar olmadan tarihin eksik kaldığını fark ettim ve sanat tarihi branşına geçtim. Tarihten sonra sanat tarihi yüksek lisansı ve doktora ile meşgul oldum. Tüm bunların ardından çok gezip çok biriktirince kitap yazmayı düşündüm ve kitap yazma sürecim başladı fakat ilk kitabımda yayınevi ile sorunlar yaşadık. Kitaplar genellikle düz yani fotoğrafsız yazılıyor fakat ben “Fotoğrafsız kitap olmaz, ben anlattığım şeyin fotoğraflarını çekiyorum ve kitapta yer almasını isterim.” dedim. Birçok yazar kitabını yazar ama fotoğraflayamaz çünkü fotoğraf internetten satın alındığında çok pahalı bir şeydir ve kafanıza göre fotoğraf koyamazsınız, telif gerektirir. Gittiğim kaleleri, antik kentleri, uğradığım mezarlıkları, birtakım tarihi yapıları… fotoğrafladım. Tabii geniş bir koleksiyon olunca tüm bunlara yer vererek çok farklı bir tarih kitabı konsepti başlattım. Konuları ile alakalı fotoğraflara yer verdiğim 19 tane kitabım var. En son yurt dışında bizlere ait eserlerin ve izlerin bulunduğu kitaplar yazmaya başladım ve devam ediyorum. Ariyetten sosyal medyaya ağırlık veriyorum çünkü benim tek arzum gençlere, geleceğin Türkiyesinin sahiplerine tarihi sevdirmek, tarih şuuru verebilmek. Bu da gençlerin hoşuna gidebilecek mecralar yoluyla olur. Çok aktif sosyal medya kullanıyorum. Gençlere ulaşmak için youtuber oldum ve ciddi bir aboneye ulaşan kanalım var. Kanalımın bütün videolarının çekim ve montajını kendim yapıyorum tabii bazen kameramandan da destek aldığım oluyor.
Bölgenin teopolitik ve jeopolitik önemi ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?
Özellikle geçiş noktasında Asya, Avrupa ve Afrika kıtasının tam birleştiği ve tarihten bu yana birçok medeniyetin uğrak yeri olduğu bir alan. Filistin, Ürdün ve Lübnan’a baktığımız zaman oralardan geçmeyen peygamber neredeyse yok gibi. Çoğunun kabirleri orada veya bir şekilde ordan geçmiş hatıra ve iz bırakmışlar. Ayriyetten denizlere çok yakın. Baktığımız zaman Akdeniz’e hakim bir konuma sahip, sırtında Kuzey’in Hazar Deniz’i, aşağısında Basra Körfezi biraz daha aşağısında Akabe Körfezi’nin bulunduğu Kızıl Deniz Sahilleri mevcut. Yani dört farklı ve kıymetli denizin konumu ortasında bulunan coğrafya. Ayriyeten kutsallığı da çok önemli. Tarihten bu yana birçok medeniyetin uğradığı kutsal bir alan. Bundan dolayı da paylaşılamayan bir coğrafya. Jeopolitik konumu, sosyokültürel geçmişi ve farklı dinlere hitap eden birikimiyle dünyanın hemen her insanının, topluluğunun ve devletinin gözü olan bir yer. Mesela Mekke’de dünyadaki her topluluğun gözü yok. Çünkü sadece Müslümanlara hitap ediyor. Vatikan sadece Katolik Hristiyanlara hitap ediyor ve Ortodokslar için hiçbir öneme sahip değil. Fakat Kudüs ilginç bir şekilde Müslüman, Hristiyan ve Yahudiler için çok önemli bir coğrafya ve dünyada eşi benzeri yok.
Filistin’in bölünerek bugünkü halini almasında etkili olan 3 önemli etken sizce nedir?
Şöyle belirteyim. İlk olarak dinler tarihinin en önemli coğrafyalarından olması. Çünkü herkesin burada gözü var. Hristiyan “İlerde benim Mesihim gelecek, oraya tahtını kurup oturacak ve benim cennetimin krallığı başlayacak.” diyor. Yahudi “Hayır senin Mesihin değil benim Mesihim gelecek, tahtını kurup oturacak ve benim cennetimin krallığı başlayacak.” diyor. Peki ikisinin de belirttiği yerde ne var? Kubbet’üs-Sahra. Kubbet’üs-Sahra Müslümanların elinde ve Müslümanlara ait bir mabet. Dinler tarihi adına çok önemli ve paylaşılamayan bir yer. Bugün bu hale gelmesindeki en önemli etken de budur. Farklı dinlerin mensupları “Kalk ordan burası benim peygamberimin duş aldığı, yemek yediği, uyuduğu yer.” der gibi bir kavga içerisindeler. İkinci olarak tarihten bu yana göç ve ticaret yolları üzerinde müthiş bir birikim yapılmıştır ve bundan dolayı da büyük önem arzediyor. Son olarak bakacak olursak birtakım devletlerin ve toplumların orayla alakalı gelecek hayalleri mevcut. Yahudiler “Bizim cennetimizin krallığı burada kurulacak, Mesihimiz buraya gelecek.” diyor. Hristiyanlar ve Yahudiler arasında “Armagedon sonrasında buraya ben hakim olacağım.” çatışması yaşanıyor. Müslümanlar “Benim peygamberimin (Hz. Muhammet sav.) Miraç basamağı, burada bizim eser ve kutsallarımız çok, burası bizim yönetimimizde olmalı.” diyor. Bu üç farklı nedenden dolayı burası bir çıkmazın içerisinde. Örnek verecek olursak Filistin’de El Halil Şehri’nin ortasında bir mağara var ve bu mağaranın içerisinde dört büyük peygamberin (Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakup, Hz. Yusuf) mezarı mevcut. Bu peygamberler hem biz Müslümanlar için (Peygamber efendimiz As başta Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail olmak üzere bu dört peygamberin soyundan gelmiştir.) Hem de Yahudiler (Yahudiler Hz. İshak ve Hz. Yakup peygamberin soyundan gelmişlerdir.) ve Hristiyanlar için çok kıymetli. Herkes “Bu benim peygamberim, kutsalım.” diyor. Bu sebeple de orayı parçalamak ve ayırmak son derece zor bir durum.
Bir konuşmanızda Osmanlı Döneminde Kudüs’ün diğer eyaletlerden farklı tutulduğunu ve yönetildiği halde yönetilen konumunda olmadığını ifade etmiştiniz. Biraz bundan bahsedebilir misiniz? Osmanlı neden böyle bir yol izlemeyi tercih etti ve Osmanlı Dönemindeki Kudüs’ün diğer dönemlerden farkı nedir?
Osmanlı Devleti çok geniş coğrafyalara hükmeden bir devletti. O coğrafyalarda farklı ırklardan, renklerden, dinlerden ve dillerden insanlar vardı. İnsanları huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşatmayı esas alıyordu. Elbette ki tarihte diktatör devletler, liderler de olmuştur asarak, keserek ve insanları bastırarak yönetmeye çalışan fakat böyle yapıldığı zaman ne o devlette huzur kalır ne de o devlet uzun ömürlü olur. Osmanlı devletinin çok farklı stratejileri vardı. Aslında İslam’ın verdiği ilhamdan yola çıkarak Peygamber efendimiz Asr-ı Saadet döneminde, kendi yönettiği dönemde nasıl herkesi kucaklamış, Mekkeli müşrikleri, Müslüman olmasalar bile Gassani Araplarını kucaklamış, hiç kimseyi dini anlamda zorlamamışsa Osmanlı da aynı yolu izlemiştir. Kudüs’ün hassasiyeti ne? Oradaki inançların etle tırnak gibi olması. Örnek verecek olursak bir duvar var duvarın bir tarafında Yahudiler ağlıyorlar, oraya “Ağlama Duvarı” diyorlar ve orası dünya üzerinde Yahudiliğin ve Museviliğin en önemli dini ibadet mahali kabul ediliyor. Duvarın diğer tarafında Mescid-i Aksa avlusu var ve biz Müslümanlar gidip dua ediyoruz ve Burak Mescidinde Peygamber efendimiz as bayrağını bağladığı yerde namaz kılıyoruz. Fakat aynı duvar. Yahudi “Bu duvar benim.” dese Müslüman “Bu duvar benim.” dese… Şuan bir tarafında biri diğer tarafında diğeri dua ediyor ama aynı duvar. Kudüs’te inançlar etle tırnak gibi ve ayırmak çok zor. Peki Osmanlı ne yapıyor? “Kimse birbirinin kuyruğuna basmadığı sürece kendi dinini istediği gibi, rahat rahat yaşasın.” diyor ve herkese bu anlamda özgürlük tanıyor. Kudüs’ü bir eyalet, sancak, yönetim merkezi yapmayarak onu kendi dini konumunda ayrı tutuyor. Osmanlı Kudüs’e idari bir vasıf vermiş olsaydı o vasfın neticesinde şehir farklı bir statü kazanacaktı şehre böyle bir unvan, makam vermeyerek o şehrin kutsallığıyla kendi içinde özgürce yaşamasını sağlamış ve 400 sene boyunca şehirde sadece bir müfreze sembolik asker durmuş, kimsenin burnu bile kanamamış. Muhteşem bir yönetim biçimi. Bunu maalesef bugün ne Hristiyan dünya ne de Musevi dünya başaramıyor. Oralarda kan Osmanlı çekildiği günden bu yana hiç denmedi. Oradaki gücün Osmanlı Dönemindeki anlayışa dönmesi gerekir. Şuan hakim olan güç elinde silah olan İsrail arkasında Amerika ve bir yere kadar Avrupa var. İsrail’in böyle bir derdi yok. İsrail’in derdi “Kudüs her şeyiyle benim başkentim olmalı, her şey Yahudiliğe hizmet etmeli. Hristiyanlık ve İslamiyet’in Kudüs’te yaşam hakkı olamaz.” onlar güçlendikçe bunu daha çok elde etmeye çalışacaklar. Şuanda Hristiyanlar, Yahudiler Müslümanlara saldırıp onları sindirmeye çalıştığı için sessiz kalıyorlar ama yarın sıra Hristiyanlara da gelecek bunu düşünmüyorlar. “İsrail’in bize gücü yetmez, hele bir Müslümanları yesin bakarız.” diyorlar ama bu iş öyle olmaz. Yarın hakikatten Osmanlı’nın yönetim anlayışına, hassasiyetine sahip bir güç oraya hakim olursa şayet Osmanlı’nın uyguladığı sistemi uygulayabilir. Kutsalların sınırını belirleyebilir. “Hristiyanların kutsalları, Müslümanların kutsalları, Musevilerin kutsalları birbirinizin ayağına basmayın, istediğiniz gibi özgür yaşayın.” der ve bu iş biter. Keşke böyle olabilirse.
Theodor Herzl’in Abdülhamit Han’a yapmış olduğu o meşhur tekliften ve akabinde yaşanılan olaylardan kısaca bahsedebilir misiniz?
Theodor Herz enteresan bir adam. 1900 yılının başında İsviçre Basel’de bir siyonist kongre topluyor bunun öncesinde Viyana Hukuk Fakültesinde okumuş bir Yahudi o yıllarda (1800-1900) Yahudi topluluklarında Yahudi olmaktan dolayı bir utanç var. “Neden biz bu milletten geldik ki?” sorusu hakim. Bu utancın nedeni Avrupa topluluğunun Hristiyan olması ve Hristiyanların Yahudileri hiçbir zaman sevmemesi. Peki neden sevmezler? Çünkü Hristiyanlığa göre İsa Peygamberi öldüren Yahudilerdir. Tarih boyunca Avrupa ülkelerinde sığınmacı bir şekilde azınlık olarak yaşayan Yahudi topluluklar Hristiyanlar tarafından hep ezilmiş, horlanmış, linç edilmiş ve öldürülmeye çalışılmışlardır. Tüm bunlardan dolayı bir bıkkınlık söz konusu. Theodor Herz ilk kez bir Yahudi grubu toplayarak “Biz bir Yahudi devleti kurabiliriz.” diyor. Bunu söylediğinde herkes ona gülüyor ve “Hadi ordan, Yahudi devlet mi olur?” diyor. Kendileri dahil hiçbir Yahudi inanmıyor. Bu adam yanına birilerini toplayarak bir şekilde başarıyor. Başarırken de Yahudi toplulukları buna inandırmak için birtakım devlet başkanlarına gidip görüşmeler yapıyor, fotoğraflar çekiliyor ve gösteriyor. Alman Kralı Wilhelm’le gidip görüşüyor ve fotoğraf çekiliyor daha sonra “Bakın ben Wilhelm’le görüştüm bize yardım edecek.” şeklinde konuşmalar yapıyor. Tabii bu arada Abdulhamit Han’la da görüşüyor, Abdulhamit Han çok zeki bir adam, onu önce bayağı bir oyalıyor daha sonra görüşüyor ve görüştükten sonra oyalıyor. Çünkü, Theodor Herz’in istediği “Bize Filistin bölgesinde, Kudüs yakınlarında araziler tahsis edin biz de sizin borçlarınızı kapatalım, o arazilere Avrupadaki Yahudileri sevk edelim ve orda küçük koloniler kurup yaşasınlar.” Abdulhamit Han çok dik duruyor, hep oyalıyor, oyalama taktiği güdüyor. En son onu aşamayacaklarını anlayınca B planına onu devirme planına geçiyorlar. Maalesef İngiliz, Fransız ve Rus vatandaşı olan Yahudiler o devletlerin ismi altında gidip oralara yerleşmişlerdir. Abdulhamit Han döneminde çok az, daha sonrasında daha büyük kitlelerle, 1917’de İngilizler ele geçirince çok daha büyük kitlelerle. Nihayetinde devlet kuracak bir sayıya ulaşmışlardır.
Bir konuşmanızda Halep’te 3000 diye tahmin edilen ecdad eserlerinin araştırma yapıldıktan sonra 30.000 olduğunun tespit edildiğinden bahsediyorsunuz. Peki ya Filistin ve Kudüs söz konusu olduğunda böyle bir sayı vermemiz mümkün mü ?
Net bir sayı vermem zor fakat ben Kudüs hakkında 2 tane kitap yazdım biri Mescid-i Aksa avlusunu diğeri bütün şehri anlatıyor. Bu iki kitap çerçevesinde söyleyebilirim ki bugün Mescid-i Aksa avlusu ve Kudüs şehri sokaklarında Müslüman Türklere ait yüzlerce eser var. Kimdir bu Müslüman Türkler? Osmanlı, Selçuklu, Memlüklü, Harzemşah, Eyyubi, Artuklu, Dulkadiroğlu. Sokaklar kıyamet gibi, bu kadar çok. Tabii Yahudilerin en büyük derdi bunları bizim bilmemizi istemiyorlar. “Kesinlikle bunlar bilinmesin.” mesela ben yıllardır çok özgür takılan, gezen, dolaşan, dünyayı dolaşan bir adamım. 3 yıldır başım dertten kurtulmuyor. Neden? Kudüs kitabı yazdığım için. 2016 yılında Kudüs’ün I. cildini hazırlarken siyonist gruplar kafayı taktı uğraşıyorlar. Sebep tamamen Kudüs. Kudüs’ün I. ve II. cildi onlar için çok tehlikeli. Radikal Hristiyan ve Yahudi gruplar için hamaset yapan Müslüman hiçbir zaman korkulacak bir Müslüman değildir. Ortalığa çıkan, tekbir getiren, bağıran çağıran Müslümandan korkmazlar. İlmi bir şekilde tezlerini ortaya koyan, dünya konvektörünü iyi bilen Müslümandan çok korkuyorlar ve çekiniyorlar. Müslümanların uyanmasından endişeliler “Aman genç Müslümanlar uyanmasın, tecrübe sahibi olmasın, dünya konvektöründe düne kadar ne kadar çok etkili olduklarını bilmesinler ve dünya coğrafyasındaki izlerinin farkında olmasınlar.” bunu istiyorlar. Birileri kalkıp Müslüman gençleri uyandırmaya çalıştığında “Bakın balkanlarda şu kadar iziniz, sesiniz var. Ortadoğuda bu kadar varsınız.” dediğinde deli oluyorlar.
Efsane haline gelmiş “Ahit Sandığı” ve “Kutsal Kase’nin” tüneller açılarak arandığı ve bulunması halinde mutlak hakimiyetin Yahudiler’in eline geçeceğine yönelik bir algı söz konusu. Gerçekten böyle bir arayış var mı?
Tabii ki. Bugün Ermeni diasporası orası. Bu uydurulmuş Ermeni soykırımı yalanını niye ısrarla üflüyor ve gerçekmiş gibi dünyaya yaymaya çalışıyorlar? Çünkü, bugün bir avuç Ermenistan devletinin hayatta olabilmesi için ellerinde tutabilecekleri tek şey bu. Geçmişe ait acındırma politikasıyla gençlerine bilinç üflemeye çalışıyorlar. Avusturalya Devleti’nin tarihte hiçbir esamesi yok. Adamların tarih adına bitek şeyleri var o da Çanakkale savaşına gönderdikleri ve orada ölmüş askerleri. Öyle bir asılıyorlar ki Çanakkale’ye onlar için çok önemli bir savaş, tarihlerinde geçmişlerini anlatabildikleri Gallipoli Wars çok önemli. Aynen bunlar gibi onların da en büyük derdi burda bir iz bırakabilmek. Varlıklarını tamamen buna idame ettirmişler ve bununla varolmaya çalışıyorlar. Ahit sandığı tarihte var olan bir şey ve Kur’an-ı Kerim’de de anlatılıyor. Hz. Musa Peygamberin kavmiyle beraber yolculuğunda taşıdığı ilk On Emir vardı, daha sonra birtakım peygamber hatıraları da bunun içine girdi ve taşında. Hz. Yuşa Peygamberle Kudüs kapılarına geldi, Hz. Davud Peygamberle şehre sokuldu, Hz. Süleyman Peygamberle inşa edilen mabedin tam ortasına şuanki Kubbetü’s Sahra’nın bulunduğu yere konuldu. MÖ. 586 Babil İstilasının Kudüs saldırısında yok oldu. Ya biryerlere kaçırılıp götürüldü ya da Kudüs’te bilinmeyen biryere gömüldü. Hiçbir bilgi yok. Bazı efsanevi anlatımlar İstanbul’a getirildiğini ve Ayasofya’nın temellerinde olduğunu söylüyor fakat net bir bilgilimiz yok. Yahudiler bu sandığı bulmak veya bulmamaktan ziyade bunun etrafında bir varlık göstermeye çalışıyorlar. Bu onlar için çok önemli bir varlık sebebi. Buna bağlıyor ve yeni nesillerini onun çerçevesinde bilinçlendiriyorlar. Yani bulunmayada bilir ama onun hikayesi yeter. Elbette ki bulunursa onun etrafında farklı pekişmeye çalışırlar fakat bugüne kadar deliler gibi aramış olmalarına rağmen hiçbir iz bulabilmiş değiller.
Bir konuşmanızda alınan kararların hayata geçirilmeden evvel nabız yoklaması yapıldığını belirtiyorsunuz. Bu durumu okuyucularımız için biraz açabilir misiniz?
İsrail’in genelde politikası şudur birşeyi kafalarına koyduklarında yapmadan önce yoklama çekerler. Bunu Müslümanların tepkilerini ölçmek için yaparlar. İslam dünyasının bilinçli birşekilde biraraya gelmesi onların en büyük korkusudur. Bundan dolayı bir adım atar sonra geri çekilirler. Dünya tepkisine, ne kadar tepki verildiğine bakarlar. Tepki aldıktan sonra daha büyük bir adım atarlar. Örnek verecek olursak Halilurrahman Camii 1990 yıllarının ortasında Radikal Yahudileri, sabah namazı kılarken oradaki Müslümanları taramalı tüfeklerle taradılar ve ciddi sayıda Müslüman öldü. İsrail buraya el koydu ve camiiyi ibadete kapattı. Daha sonra dünya kamuoyunu yokladı. Dünya kamuoyundan da Türkiye’den de çok tepki çıkmadı, tepki çıkmayınca orayı ibadete kapattığı süreyi 1 yıl uzattı. Dünyadaki Müslüman devletlerden tık yoktu. 1 yılın sonunda bir açtı yarısı sinagoga döndürülmüş. İslam dünyası ibadete kapatır kapatmaz sesini yükseltseydi çok başka şeyler olabilirdi. İsrail bunu çok yerde yapar. Geçen sene Kudüs’te Mescid-i Aksa avlusuna kaçmış iki Filistinliyi öldürdü. Bunun bahanesiyle dünya tarihinde bir ilk olarak Aksa Avlusunu 1 aylığına ibadete kapattı. Elbette ki İslam dünyası ciddi bir tepki verince geri adım attı ve açtı. Eğer tepki vermeseydi Halilurrahman camiinde olduğu gibi 1 sene kapalı tutar bir senenin sonunda bir açardı yarısı sinagog olmuş. Öyle kalırdık yani.
Bir konuşmanızda herkesin gözü önünde katledilen maydanoz satan teyzeden bahsediyorsunuz. Bölgeye çok sık ziyaretler gerçekleştirmekte olan birisi olarak bunun gibi unutamadığınız bir olay yaşadınız mı? Şayet yaşadıysanız bizimle paylaşır mısınız?
Ben televizyonlarda gördüğümüz milletin birbirine girdiği, İsrail askerinin ölümüne saldırdığı, Müslümanları kırıp geçirdiği sahneleri şükürler olsun görmedim. Biz turistik anlamda gidiyoruz, 4 gün Kudüs ve bölgedeki belirli coğrafyaları geziyoruz fakat benim en çok etkilendiğim konulardan biri İsrail’in 1948 döneminde Filistin’in, özellikle o dönemde, yarısını işgal ederken yok ettiği yüzlerce Filistin köyü. Bu köylerin evlerinin, camilerinin, mezarlarının kalıntıları bugün Telaviv ve Kudüs arasında duruyor. 500 civarında köyü yok etmişler. Bu köylerin bir kısmı Hz. Ömer döneminde sahabelerin ziyaret ettiği ve avluda şehit düştüğü toplu mezarlarının bulunduğu köyler. Ormanların, otun, çöpün içerisinde kaybolmaya yüz tutmuş durumda ve bunlara sahip çıkabilecek hiçbir Müslüman yok. Çok üzücü bir manzara. Beni en çok etkileyen olay bir tanesi bu olmuştur.
Filistinlilerin topraklarını bile isteye sattığına dair bir algı söz konusu bu konuda tarih bize ne söylüyor?
Bu tamamen algı oluşturma taktiği. Türkiye İslam dünyasında Filistin’in arkasında duran, durabilecek en büyük güç. Filistin’e destek verecek Türkiyedeki kamuoyunu zayıflatmak için yıllardır İsrail’in uydurduğu ve içimize soktuğu bir yalandır bu. Birinci yalan, ikna metodu “Bunlar Arap siz Türksünüz. Bunlardan size ne?” İkinci yalan, ikna metodu “Kudüs’le sizin ne alakanız var? Arap’ın Kudüs’ü.” Halbuki Kudüs şehrinde ve Mescid-i Aksa avlusunda Türklere ait yüzlerce eser var. Üçüncü yalan, ikna metodu ise “Onlar topraklarını sattılar. Sattıklarına göre İsrail’in zulmünü hakediyorlar, buna müstahaklar.” böyle birşey söz konusu değil. Çünkü İsrail bugün ele geçirdiği toprakların %99’unu silahla, zulümle, zorla ele geçirmiştir, Filistinliler vermemiştir. Tarihte de bugün de Filistinlilerden evini, arazisini İsrail’e satan tek tük insan vardır. Her toplumda sıkıntılı, maraz insanlar çıkar, bir iki taneyi genelleyemezsiniz. Filistinlilerin topraklarını satmadığının en önemli delili bugün Filistinli olup dünyanın dört bir yanında sürgünde olan milyonlarca Filistinli var ve bu Filistinli ailelerin reislerinin cebinde bir anahtar var. İsrail’in onları zorla çıkardığı evlerin anahtarları. İnsan evini birine satınca anahtarını cebinde saklar mı? Saklamaz, saçma. Filistinlilerin hepsinin yanlarında sakladıkları anahtarları var çünkü evlerinden zorla çıkarıldılar.
Bölgede Hindistan’ın bile bir yeri olduğunu, hiç alakası olmayan ülkelerin kendilerine yer edinmiş olduğunu lakin yalnızca Türkiye’nin bir karış toprağının bile bulunmadığını bir konuşmanızda ifade ediyorsunuz. Bu konu üzerinde biraz durabilir misiniz?
Bu bizim kanayan yaramız. Maalesef biz Lozan Barış Antlaşması’nı imzalarken Misak-i Milli sınırları dışındaki bütün haklarımızdan vazgeçtik. Bunu İngilizler bizden özellikle istediler çünkü biz çok büyük bir devletiz ve dünyanın dört bir yanında vakıf eserlerimiz var. Bu vakıf eserleriyle eğer biz irtibatımızı devam ettirebilseydik bugün dünyanın dört bir yanında Türkiye’nin müthiş bir lobi gücü olurdu. Biz bunun arkasında durmadığımız, o imzayı attığımız için Avrupa özellikle sömürgeci güçler çok derin bir “oh” çekmişlerdir. Mesela Mekke’de, Medine’de, Kudüs’te, Şam’da, Bağdat’ta aklımıza gelebilecek birçok yerde yüz binlerce vakıf eserimiz var. Hepsinden vazgeçtik ve “Hiçbirinin arkasını aramayacağız.” dedik. Böyle birşey yapmamalıydık. Onlar hep sahipsiz kaldı ve arkasını arayamadık. Korkunç birşey. Bugün İngiltere’nin, Fransa’nın hiç alakasız Atlas Okyanusunda Büyük Okyanus Adalarında kiliseleri var. Bu kiliselere biri gitsin bir dokunsun bakalım veya kilise arazileri var oralara biri gitsin bir dokunsun. O ülkeler nasıl gözlerini çıkartıyorlar, tehditler savuruyorlar. Dokunmanız mümkün değil. Maalesef biz bunu yapamadık. Keşke yapabilseydik. Kudüs’te bizim çok ciddi arazilerimiz, vakıf binalarımız, camiilerimiz, medreselerimiz, hanlarımız, hamamlarımız var. Hürrem Sultan Hamam’ı şuan Kudüs’te Ermeni Kilisesi’nin hadi gidin hakkını, hesabını sorun. Normalde o imza o şekilde atılmasaydı biz bugün çok rahat “O bizim tarihi bir geçmişimiz. Hürrem Sultan’ın, atamızın vakfiyesi burada. Burayı hemen boşaltın.” diyebilirdik. Maalesef kaçırdık.
Belirli bir tarihte bölgeye yerleşmiş olan kişilerin adeta özel bir konumda olduğunu ve o kişilere siyonistler tarafından dokunulmadığını ifade ediyorsunuz. Bu nasıl mümkün olabiliyor?
Bugün İsrail’in işgal ettiği coğrafyada siyonistler orada yaşayan Dürzi denilen bir topluluk var onlara dokunmuyorlar ve onlardan rahatsız değiller. Samiri denilen 2000 nüfuslu farklı bir Yahudi grubu var onlar da kendi içinde özerk. Çerkez köyleri var İsrail onlara da çok diş geçiremiyor. Boşnak köyleri var onlara da çok diş geçiremiyor ama maalesef Filistinlilere her türlü eziyeti yapıyorlar.
Bölgede Türk denildiğinde akan suların durduğunu ve özellikle Türklere karşı siyonist ordusunun söylem ve tutumlarının farklı olduğunu belirtiyor pek çok kişi. Öte yandan da bu sebepten dolayı mıdır bilinmez lakin oradaki halkın Türkleri bir kurtarıcı olarak gördüğünü ve nerede olduğumuzu sorgulandığını biliyoruz. Tabloya bir bütün olarak baktığımızda karşımıza ne çıkıyor? Yani siyonistler gerçekten Türklerden korkuyor mu ve eğer korkuyorsa bunun sebebi nedir? Ayrıca oradaki kardeşlerimiz gerçekten bizleri kurtarıcı olarak mı görüyor?
400 sene Türkiye orda yönetici bir güç olarak kaldı ve o insanlar huzur içinde yaşadılar. Bunu bildikleri için o huzuru arıyorlar. İngiltere, Fransa, Rusya o coğrafyayı çok kaşıdı, Yahudiler o coğrafyayla alakalı birtakım emeller ortaya koydular. Böyle bir durum söz konusu olduğunda oradaki Filistinli bunu kıyaslıyor. “Ben Osmanlı döneminde 401 yıl boyunca ne durumdaydım? 1917-47 yılları arasında 30 sene İngilizler yönetti ne durumdaydım?” diyerek kıyas yapıyor. Tabii ki özlemle huzurlu günlerini bekliyor, Osmanlıyı arıyor. Osmanlının torunları, onların bakiyesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin mensupları olan bizleri oraya ısrarla davet ediyorlar. “Siz gelirseniz bu topraklara yeniden huzur gelir.” diyorlar. Türkiye özlemi var ve bizim onlarda kredimiz çok yüksek. Osmanlı onlara hiç zulüm yapmamış. Türkiye vatandaşı bir insanın Filistin’e gidip, Filistinli bir ailenin kapısını çalıp “Türkiye” demesi yeterli kapılarını açar, ağırlarlar. Ben Kudüs’e gittiğimde çok görmüşümdür üniversiteli genç Avrupa’dan gurbetçimiz Türk ama doğma büyüme Almanyalı. Filistin’e gitmiş benim kitaplarımı da okumuş diyor ki “Hocam Mescid-i Aksa da namaz kılarken Filistinlilerle tanıştık. Ben orda hostbis’de oda tutmuştum orda kalıyordum. Filistinliler bunu duyunca olmaz öyle şey bizim evde kalacaksın deyip beni ordan çıkardılar günlerce Filistinlilerin evinde ücretsiz kaldım.” kaç tane gençten duydum ben bunu. Sadece “Türkiye” demeniz yetiyor böyle ciddi bir kredi var. Türkiye’nin ve insanlarımızın da bunun farkında olması lazım. Bu kredinin farkında olup bunu kullanmaları lazım.
Bir Yahudi’nin Kur’an-ı Kerim’i belirterek “Bu kitap Müslümanların elinde olduğu müddetçe onları yenemeyiz.” dediğini biliyoruz. Gelmiş olduğumuz nokta itibariyle bakıldığında ise Kur’an-ı Kerim’den adeta kopmuş olduğumuzu ve Allah’ın emir ve yasaklarından bihaber olduğumuzu görmek mümkün. Öte yandan da bir konuşmanızda eski bir Yahudi mahallesi’ne ışıklandırma yapılarak gece 6 yıldızın yansıtıldığını belirtiyorsunuz. Yani eski bir yerleşim yerine bile sahip çıkıyorlar. Bu iki büyük farkı nasıl yorumlayabiliriz, malum değerlerimize gün geçtikçe yabancılaşıyoruz. Siz bu durumu nasıl yorumlarsınız?
Adamlar kendi geçmişlerine çok titizleniyorlar. Kendilerine ait geçmişi gelecek nesillerine öğretmek için çırpınıyorlar. Bugün İbranice dediğimiz dil normalde unutulmuş bir dildi sadece Tevrat kitapları İbranice yazılmaktaydı ve sadece din adamları okuyabiliyor, konuşabiliyordu. İsrail’i 1948’de kurduktan sonra ölü bir dili yeniden dirilttiler ve bütün halklarına zorla bu dili öğrettiler. Daha sonra bu dili Filistinlilere de öğrettiler. Bu konuda çırpınıyorlar ve müthiş bir azim içerisindeler. Bahsettiğim ışıklandırma olayı İspanya’da. İspanya’da tarihte ciddi Müslüman nüfus zaten vardı. Endülüs Emevi Devleti vardı ve Yahudiler de orada yaşıyorlardı. İspanya’da, şayet El Hamra Sarayı, Kurtuba Camii gibi birkaç yapıyı saymazsak, İslam devletleri adına hiçbir iz yoktur. Yahudilerin de hiçbir izi yoktur fakat Yahudiler zamanında yaşadıkları mahalleleri unutturmamak için o mahallelere İbranice işaretler koyup geceleri de onların “Davud Yıldızı” dediği “Magen David” ile ışıklandırıyorlar. O sakaklardan geçen herkes “Aaa zamanında burası Yahudi mahallesiymiş.” desin diyen bunu yapıyorlar. Bu kadar ciddi uğraşıyorlar. Örneğin bir kişi şayet 24 yaşına kadar Yahudiyse bütün masrafı İsrail tarafından karşılanmak üzere İsrail’in işgal topraklarına götürülüyor, orada 1-3 ay boyunca yaz kampı yaptırılıyor, yediriliyor, içiriliyor, kız veya erkek Musevi hocalar atayıp eğitim veriliyor. Kendi nesillerini yetiştirmek ve bilinçlendirmek için çok titizleniyorlar.
En çok merak edilen şey çocuklarımıza kutsal mekan ve dava bilincini nasıl aşılayabiliriz hususu. Bu soruyu size sormamız noktasında çok sayıda rica aldık. Buna istinaden sizce neler yapılabilir?
Hepimizin evinde kendine ait bir dolabı vardır. O dolapta neler var? Bize özel olan, kıymet verdiğimiz şeyler. Hoşumuza gitmeyen, sevmediğimiz, bizi ilgilendirmeyen hiçbir objeyi o dolaba koymayız. Bizi ilgilendiren, sevdiğimiz, görünce heyecanlandığımız, üzerinde plan program yapıp hedef koyduğumuz şeyi o dolaba koyarız. Gençlerin de zihinleri böyle bir dolaptır. O genç zihnine önemsediği şeyi koyar. Önemsemediği, hakkında bilgisi olmayan, hele hele kendisini sıkan şeyi hayatta koymaz. Gençlerin bize ait değerleri önemsemesini sağlayacağız. Önce bilmesini, sonra merak duymasını, sonra benimsemesini… Benimsediği şeyi zaten sahiplenecektir ve onun peşine düşecektir. Bunu yapmamız lazım. Mesela çocuğa namaz kıl diyorsun çocuk neden namaz kıldığını bilmediği zaman o namazı kalmayacaktır, angarya gelecektir. Şunu yap dediğiniz şeyi önce izah etmek zorundasınız. İzah etmediğinizde, zorladığınızda zoraki yapacak ama o kadarlık yapacak ve arkasında durmayacak. Çocuklara tarih şuuru vermek ve ahlaki meziyet kazandırmak adına her şeyi anlatarak, ikna ederek yapmak zorundayız. Bunun için görsel, işitsel malzemeler kullanılabilir. Benim kanaatimce eğitim kesinlikle teorikten pratiğe geçmelidir. İlköğretim öğrencisinden üniversite sona kadar okullarda staj olmalıdır. Bugün Japonya’da en küçük çocuğa dahil staj yaptırılıyor, okullarda sınıflar Japon çocuklar tarafından temizleniyor. Japonların ilkokullarında hademe, hizmetçi kesinlikle yok. Osmanlı’da da bu böyleydi. Enderun’da okurken mutfak bulaşıklarını, bütün sarayın bulaşıklarını küçükler yıkar, tuvaletlerini onlar temizlerdi. Böylece alttan yukarı doğru hizmet ederek olgunlaşırlardı. Bizim de bunun yapmamız icap ediyor diye düşünüyorum.
Tarihçi kimliğinizin ötesinde bir müslüman olarak yaşanılanlarla ilgili ne düşünüyorsunuz ve sizce ne olsa sular durulur?
Ya güçlü bir devletin sağ duyulu olması lazım ya da sağ duyulu bir devletin güçlü olması lazım. İkisinden biri olacak, güçle sağduyu bir araya gelecek ve o devlet yumruğunu masaya vurup “Hop orda bir dur bakalım.” diyecek. Kime? Zalimlere, zulmedenlere, hak yiyenlere. Onlar da korkuyla bir köşede duracaklar. 2000 yılında İsrail “Kudüs benim başkentim.” dedi. Dünyada hiç kimse dikkate almadı o da pustu kaldı ama 2000 yılından 2018 yılına kadar Tramp denilen bir porno yıldızına yatırım yaparak yetiştirdi ve Amerika Devlet Başkanı yaptı. Dünyadaki en son Amerika Devlet Başkanı olacak insanlardan birisi ama oldu. Peki onu neden yaptılar? Çünkü birtakım vazifeler verdiler, söz verdiği işler vardı. İlk olarak Kudüs’ü Amerika adına İsrail’in başkenti olarak tanıyacaktı. Bunu yaptı. Daha sonra Taberiye Bölgesi İsrail’in işgal ettiği bir bölgeydi, Golan Tepesi Suriye’de işgal ettiği bir bölgeydi Amerika “Golan Tepeleri İsrailindir.” diye tanıdı. Tramp’ın imzalayacağı bir vazifesi daha vardı. Filistin’e ait şehirler, Filistin nüfusunun %100’ü Batı Şeria’nın İsrail’e ait olduğunu imzalayacaktı. Şükür onun imzasını atamadan devrildi gitti. Adamlar böyle bir mücadeleyle adım adım oraları ele geçirebiliyorlar. Onun için çok bilinçli, çok uyanık olmak lazım. Adamların batıl davaları adına adanmışlıkları ortada biz Hak bir dinin müntesipleriyiz batıl için onlar bu fedakarlıkları, azmi, gayreti gösteriyorsa biz Hak din için, inandıklarımız için kim bilir neler yapabilmeliyiz. Müslümanlar o gayretin azını gösterseler çok şey başarırdık ama maalesef gösterilmiyor. İslam devletlerinin eğitim problemi var ve gayrimüslimler bu eğitim problemini çözemememiz konusunda özel uğraşlar veriyorlar. Biz bunu çözer, yeni nesillere sağlam bir aktarım, bilinçlendirme yaparsak ben çok güzel şeylerin olacağını, oradaki sıkıntıların da çok hızlı bir şekilde bertaraf olacağını düşünüyorum.
Son olarak toparlayacak olursak neler söylemek istersiniz?
İmkanı ve vakti olan herkes okuyarak gezmeli, gezerek okumalı. İnsan oturduğu yerden bir şeyler yapamıyor yapsa da suya atılmış imza gibi geçici oluyor ve kaybolup gidiyor. Gezmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum tabii ki bilinçli gezmenin. Mesela Kudüs’e gitsinler, 15-20 gün orada kalsınlar, ellerinde oraları anlatan 1-2 kitap bulundursunlar onlarla birlikte gezsinler, dolaşsınlar. Yemen’e gitsinler oradaki izlerimizi görsünler, İspanya’ya, Endülüs’e gitsinler oradaki İslam medeniyetlerinin muhteşem izlerini görsünler, dolaşsınlar ve bu şekilde bilinçlensinler. Yanlarında sevdiklerini götürerek onların da bilinçlenmesini sağlasınlar. Mesela ben geçen sene Nisan ayından (14 ay oldu) pandemi yasakları başladığından itibaren tarih atölyesi yapıyorum. Bizim www.gezikitap.com diye bir sitemiz var. Şu an bu röportajı okuyan herkese tavsiye ederim. Şu anda ( www.gezikitap.com ) sitemizde 48 tane atölye var. 3-4 saat sürüyor ve hepsi resimli, renkli. 1 yıldır herkes evine hapis gezi yapamıyoruz, bir yerlere çıkıp gezemiyoruz, konferanslar olmuyor, kitap fuarları olmuyor böyle olmaz. Yeterince okumak, öğrenmek zorundayız. Pandemi dönemi biz ve bizi takip eden tarih sever kitle için çok faydalı, bereketli bir süreç oldu. 48 tane tarih atölyesi yaptık Yemen’i, Mısır’ı, Özbekistan’ı, İran’ı 4 saat boyunca konuştuk. Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi, Mehmet Akif’i, Mevlana’yı resimlerle, minyatürlerle, gravürlerle saatlerce konuştuk. Görsel malzemelerle kitap okumak, o zenginlikteki eserleri bu tarz atölyelerle takip etmek, konusuna vakıf insanları bulunca söyleşilerine, gezilerine katılmak çok önemli. Başımızı kaldırıp dünyada neler oluyor diye bakmak, coğrafyaları gezmek ufkumuzu açacaktır. Oralardaki atalarımızın mirasını daha iyi görecek ve daha bilinçli bir şekilde geleceğe kürek çekeceğiz. Böyle bir çabanın Türkiye’yi daha iyi yerlere götüreceğine inanıyorum.
Röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için tekrar teşekkürler. Allah bu kutlu davada muvaffak olabilmeyi ve tez vakitte zaferler kazanabilmeyi nasip eylesin inşallah.
RÖPORTAJ: ZEYNEP EROL – BAŞAK AZAKLI
Vesile Dergi Sayı 3
Temmuz 2021