İstanbul… Tarihiyle, kültürüyle, dokusuyla benzersiz bir şehir. Asırlardır medeniyetlere ev sahipliği yapmış, savaşların ve zaferlerin izlerini taşımış bu kadim kent, her köşesinde başka bir hikaye saklar. Yeditepesi, Boğaz’ın serin suları, martıların çığlıkları ve asırlık minareleriyle büyüleyici bir rüya gibidir İstanbul.
Her mevsim ayrı bir güzellik sunar bu şehir. İlkbaharda lalelerle bezenmiş parklarında, yazın Kız Kulesi’nin serin gölgesinde, sonbaharda yaprakların altında, kışın ise karla kaplı cami minareleriyle göz kamaştırır. Boğaz’dan geçen vapurda martılara simit atan insanların mutluluğu, Eminönü’nde balık ekmek yiyenlerin huzuru, Galata Kulesi’nden şehri izleyenlerin hayranlığı birleşir İstanbul’da. Burada her adımda, her köşe başında, geçmişin izleri bugünün sesiyle buluşur.
İstanbul, her çağda farklı bir yüzünü göstermiş, herkese farklı bir anlam sunmuştur. Sultanahmet’in mistik atmosferinde yürürken yüzyıllar öncesine gitmek, Kapalıçarşı’da zamanın izlerini takip etmek, Karaköy’ün renkli sokaklarında kaybolmak mümkündür. Bu şehrin sokaklarında yürüyen herkes bir parça kendini bulur, bir parça da kaybeder aslında. Çünkü İstanbul, ruhunda hem kaybolmayı hem de yeniden doğmayı barındırır.
Boğaz’ın iki yakasını birleştiren köprüler, yalnızca kıtaları değil, aynı zamanda kültürleri, inançları ve hayalleri de birleştirir. İşte bu yüzden İstanbul, yalnızca bir şehir değil, yaşamın bir özeti gibidir. Kimi zaman kalabalıkların içinde yalnız, kimi zaman sessiz bir sokakta bir başına yürürken bulursunuz kendinizi. Ve her seferinde, bu kadim şehrin bir parçası olduğunuzu hissedersiniz.
Bazen bir sabah, Galata’nın taş sokaklarında yürürken, bazen de Ortaköy sahilinde Boğaz’ın serin rüzgarını hissederken fark edersiniz ki İstanbul, her yönüyle insanı kendine çeken bir masaldır. Bu masalın içinde her gün yeni bir sayfa açılır, her gün yeni bir hikaye yazılır. İstanbul, yaşayanların değil, yaşatanların, sevenlerin ve sevenlerin şehridir.
Ela Durmaz