Geçenlerde 9 yaşlarında bir çocukla aramızda geçen diyalogları sizinle paylaşmak istiyorum ve üzerine biraz düşünelim istiyorum.
Bilmem kaç saatlik konuşmamızın ardından, çocuk malum markanın en son çıkartmış olduğu modelini istediğini ve bu telefonu babasının ona alabileceğini belirtti. Ancak maddi açıdan da öyle iç açıcı bir durumları yoktu. Durup şunu sordum ona: “Tamam, çok güzel, evet alsın tabii ki, neden almasın, ama şunu merak ediyorum: O telefonun diğer telefonlardan farkı nedir?” Bu soru üzerine çocuk biraz düşündükten sonra şöyle bir cevap verdi: “Şey, bilmem, telefon işte, ama herkeste var, bütün arkadaşlarımda var yani bende de olmalı.” Kenardan annesi hemen atıldı: “Daha benim o marka telefonum yokken sana ne oluyor?” Bunun üzerine “Bana alınsın, yok efendim sana alınsın” polemikleri havada uçuştu.
Peki ama burada yüklediğimiz anlam neydi?
Maddi duruma bakılmaksızın, herkesin o marka telefonu varsa benim de olmalı çünkü onlardan eksik hiçbir tarafım yok, öyle mi?
Neden kendimi biri ya da birileriyle kıyaslama ihtiyacı duyuyorum ve diyelim ki kıyaslama ihtiyacı duyuyorum, neden maddi zemini olan şeylerle bunu yapıyorum?
Çocukların ellerine verilen telefonlar gerçekten 80.000 liralık telefonlar mı?
Çocuklarımızın ellerine 80.000 liralık telefonlar verdiğimizde, onları gerçekten seven ve ilgilenen ebeveynler mi oluyoruz?
9 yaşındaki çocuklara ve hatta daha küçük yaş gruplarına pahalı telefonlar alıp verdiğimizde ve bunun taksidini yıllarca ödediğimizde mükemmel bir ebeveyn mi oluyoruz?
Çok kıymetli bir hocam şöyle söylemişti: “Günümüzde insanların ömürleri telefon taksitlerini ödemekle geçiyor ve bir türlü mutlu olamıyorlar.” Hakikaten de bu böyle. İnsanlar işlevsel olmayan, tuhaf tuhaf telefonlara ütopik ücretler yatırıp yıllarca bunu ödüyorlar ve bu ödemeler esnasında kendi istek ve ihtiyaçlarını gideremiyorlar. Kendi istek ve ihtiyaçlarını gideremedikleri için ekstra stres yaşıyorlar ve sağlıklarını kaybediyorlar. Sonuç olarak, stresli, agresif, depresif, anksiyete yaşayan ebeveynler çocuklarının yüzüne bile bakmıyor. Evet, genelleme yapıyorum ve maalesef toplumun geneline bakıldığında bu böyle.
Peki yıllarca büyük sıkıntılarla taksitlerini ödediğimiz telefonlar, çocuklarımıza bizden daha iyi ebeveynlik mi yapıyorlar?
Kısmen evet.
Dizi izleyeceğimizde ya da dedikodu yapacağımızda, birini evimize davet edip dedikodu saati yapacağımızda ya da kocamızı çekiştireceğimizde telefonlar ya da tabletler kurtarıcı oluyor çünkü “git telefona bak” ya da “tablete bak” diyerek çocukları yönlendiriyoruz. Belirli bir noktadan sonra bizden ümidini kesmiş olan çocuklarımız, telefonlarla ve tabletlerle bizim yerimize kendilerini oyalamayı öğreniyorlar. Ne yaparsa yapsın, bizim dikkatimizi çekemeyeceğini öğrenmiş oluyorlar. Buna “öğrenilmiş çaresizlik” de diyebilirsiniz. Sonuç olarak kendilerini bir şekilde oyalamayı öğreniyorlar mı? Evet, öğreniyorlar.
Günümüzde her şeyin bir anda olabileceğine dair enteresan bir inanç içerisindeyiz. “En iyisi olsun, bir anda olsun, her şey tastamam olsun,” ama böyle bir dünya yok. Çabucak elde ettiğimiz hiçbir şeye karşı ilk günkü heyecanı ve arzuyu duymuyoruz. Bu da ayrı bir konu, ama böyle bir dünya zaten yok. Neden mi? Çünkü emek verip elde edilen şeyler kıymetlidir. Önce 10.000 liralık telefonu kullanırsınız, sonra 30.000 liralık telefonu, daha sonra gerçekten işlevsel ise 130.000 liralık telefonu kullanırsınız. Ama her şey yavaş yavaş olur çünkü yavaş olmayan şeyler sizi bir şekilde yıpratır. Üzgünüm, ama gerçek bu. Yavaş olmayan ve bir anda olmasını arzu ettiğiniz şeyler sizi zaman içerisinde yavaş yavaş yıpratır.
Zaman zaman hanımların süpürge diyaloglarına şahit oluyorum. Elektrikli süpürgesi olan hanımlar şarjlı süpürge almayı planlıyor, her ikisi olan hanımlar robot süpürge almayı planlıyor. Her üçü olan hanımlar bilmem ne markasının dikey süpürgesini almayı planlıyor. Ama bakıldığında hepsi süpürge; aralarında pek bir fark yok. Evet, özellikleri farklı olabilir ama neticede hepsi süpürge. Ancak piyasaya yeni bir marka çıkmışsa onu almak zorundayız çünkü öncekinin taksidi bitmemişken üzerine yenisini koyup kendimize aksiyon üretmemiz gerekiyor. Şaka yapmıyorum, bir önceki süpürgenin taksidi bile bitmemişken başka bir süpürgenin taksidini onun üzerine ekleyip stresi yaşamamız gerekiyor. Hakikaten çok ilginç. Hevesimizi aldığımız süpürgeyi ne yapıyoruz peki? Çöpe gönderiyoruz. Peki çöpe gönderdiğimiz ama aslında sağlam olan süpürgeyi, hevesimizi aldığımız için sağlam bulmadığımız süpürgeyi, ihtiyacı olan birine veremez miydik? İhtiyacı olan birine versek hem geri dönüşüm vesilesi hem de birinin ihtiyacını gidermiş olurduk. Ama kimse buna gerek duymuyor.
İsteyen istediğini alsın, mesele bu değil. Burada mesele, bilinçsiz tüketici olmamız. Bu, hem bireysel hem toplumsal hem de insanlık açısından büyük bir tehlike. Çünkü bizim heveslerimizin peşinden giderek, ihtiyaç temelli değil de istek temelli, heves temelli aldığımız her şey, gereksiz üretim anlamına geliyor. Gereksiz üretim de tabiatı katlediyor. Plastik üretiliyor, ağaçlar zarar görüyor. Dolayısıyla yalnızca süpürge ya da telefon olarak bakmamak lazım; bilinçli tüketim olarak bakmak lazım. Bu bağlamda bilinçli tüketim yaparak hem kendimize, hem ailemize, hem toplumumuza, hem insanlığa, hem de tabiata sadık kalmalıyız. Aksi takdirde herkes her şeyi yapar, parası olan düdüğü çalar. Ama çocuklarımızı, tabiatı, hayvanları seviyorsak tüm bunları düşünebiliyor olmamız gerekiyor. Tabiatı seven, tabiatı katletmez; hayvanları seven, onların yaşam alanına zarar vermez; çocuklarını seven, onların en büyük mirası olan dünyayı yok etmez. Bu noktada bilinçli tüketici olmak çok önemli. Aksi takdirde herkes düdüğünü çıkarıp başlasın öttürmeye.
✍️ Zeynep Erol