Merhaba Zeynep Hanım. Öncelikle röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için teşekkürler. Dilerseniz ilk olarak okurlarımız için Zeynep Erol kimdir kısaca bahsedelim.
Merhaba. Asıl ben çok teşekkür ederim. Dergimizin editörlerinden Başak Hanım ile röportaj yapacak olmak son derece mutluluk verici.
Zeynep Erol, 21 Mart tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiş olan öylesine birisi. Aslına bakılırsa kendimle ilgili neler söylemeliyim boyutu biraz geriyor beni. Yani diğer insanlar için de aynı mı bilmiyorum fakat benim için kendimden bahsetmek biraz tuhaf. Biliyoruz ki dergimizin bu sayısında sıra dışı düşünce ve girişimcilik üzerine yazılar yayınlayarak insanlara farklı bir bakış açısı kazandırmayı amaçlıyoruz ve bu doğrultuda konuya bakacak olursak sanıyorum ki benim bu noktada en büyük farkım görme problemi olan birisi olarak birçok kişinin yapamayacağımı düşündüğü halde bir şeyleri yapabiliyor ve nihayetinde bakıldığında insanlara
faydalı olabiliyor oluşum. Görme problemi ile ilgili kısaca bilgi vermem gerekirse: sürekli ilerlemekte olan ve henüz tedavisi mümkün olmayan bir göz rahatsızlığı yaşamaktayım ve bu göz rahatsızlığı beni birçok konuda zora sokmak da. Özellikle de sonradan görme problemi yaşayan bir insan olduğum için etkilerine daha ağır yaşıyorum sanırım. Lakin ben bunu kendime ve hayallerime karşı bir engel olarak görmüyorum. Yani bu noktada var olan sıradan düşünce yapısının aksine bir yaşam sürmeye çalışıyorum ve bence benim gibi özel durumu olan birçok insanda bu şekilde. Öte yandan bu dergi projesi başta olmak üzere pek çok projeyi hayata geçirme çabasındayım ve adeta rahat duramıyorum, yerimde duramıyorum. Çünkü insanlara faydalı olabilme düşüncesi bile beni motive ediyor ve birilerinin hayatına dokunabildiğimizi görmek muazzam bir mutluluk kaynağı. Özetleyecek olursak: kendi halinde, deli dolu, üretken, inatçı ve insanlara faydalı olmayı seven birisiyim.
Kendini geliştirmeyi seven ve birçok mesleki kimliğe sahip birisiniz her ne kadar biz sizi genel yayın yönetmeni ve yazar kimliğiyle tanıyor olsakta. Peki bu kimlikler çakışmıyor mu?
Hakikaten çok güzel bir soru. Birçok alanda kendimi geliştirmeye çalışan ve nihayetinde bakıldığında mesleki anlamda birçok kimliğe sahip olduğu görünen bir insan olsam da bence kişi kendini ne şekilde ifade edebildiğini düşünüyorsa asıl kimliği odur. Yani danışmanlık eğitimlerinin yanı sıra
birçok alanda da eğitimler almış olmak beni danışmanlığın yanında arklı farklı isimlerde kimliklere sahip olmaya sürüklenemez bence. Yani daha da açıklayıcı olması adına şöyle söyleyebilirim ki: kişi kendine ne yakıştırıyorsa ve hangi kimliği benimsiyorsa onun dışında kalan her şey o kimliği, o hissiyatı besler. Dolayısıyla da benim danışmanlık eğitimleri dışında farklı eğitimler alıyor olmam danışmanlık yaparken daha kaliteli bir hizmet sunmamı etkileyecektir yahut da yazarlık dışında farklı işlerle uğraşıyor olmam benim yazarlık kimliğimi besleyecektir. Yani böyle böyle kendini ve dolayısıyla da kimliğimi geliştirmiş olacağım. Bu mantık ile baktığım zaman çakıştığını söyleyemem. Lakin eğer bu mantık ile bakmıyor olsaydın muhakkak çakışırdı. Sanıyorum burada kritik olan nokta kişinin ne istediğini bilmesi. Tabii şöyle bir boyutta yok değil: bazen ister istemez farklı çalışmaları yürütüyor olsanız da mesleki bir getiri olarak olayları psikolojik olarak analiz ediyorsunuz. Bu da bence kişiye ayrı bir zenginlik katıyor.
Biz yazarlık üzerinden gidecek olursak yazdığınız yazılarda bir şeylerden ilham mı alıyorsunuz yoksa tamamen kurgu üzerinden mi gidiyorsunuz?
İkisi de var aslında. İlham boyutu da var kurgu boyutu da var ve bence bu iki boyut birbirinden ayrılamaz bir boyutu, bir bütünü temsil ediyor. Şöyle ki: bazen sokakta ailesi tarafından istismar edilerek dilendirilen çocuklardan etkilenip bir şeyler de kaleme alabilirsiniz yine o çocuklardan
etkilenip, o durumdan yola çıkıp bir şeyler de kurgulayabilirsiniz. Dediğim gibi bence bu ikisi birbirinden pek kopuk değil.
Peki yazarlık serüvenini nasıl başladı?
Bu soru cevabı trajikomik olan bir soru. Zira 10 yaşında küçük bir çocukken çok sevdiğim bir arkadaşım ile yok yere tartışmış ve iletişimi kesmiştik. Yok yere tartışmış olduğumuz ve arkadaşımın beni yanlış anladığını düşünmüş olduğum için onun çok sevdiği bir defteri alarak 2 sayfasına da kendimi ifade eden satırlar yazarak arkadaşıma hediye etmiştim. Tabii arkadaşım bu hediyemi kabul etmedi. O defter bende kaldı. Haliyle de bu vesileyle devamı gelmiş oldu. Güler misiniz ağlar mısınız tamamen size kalmış. Lakin Ben geçmişe dönüp baktığımda bu olay karşısında tebessüm ediyorum. Elbette ki çok sonraları o arkadaşım ile tekrar “kanki” olduk ancak bendeki tesirini biliyor olsaydı bence onun da bu olaya bakış açısı farklı olurdu. Tabii bu çocukluk açısından olaya bakışım. Yani bir kitap yayınlamak ve devamının gelmesi açısından bakıldığında vaziyetler hiç de o çocuksu hatıralar gibi masum değil. Benim başörtüsü tercihim tamamen kendi istek ve iradem ile gelişmişti. Ortaokulda başörtüsü kullanmakta olan ve bunu okuldan çıkarken yaptığı halde kul idaresi tarafından hakarete uğrayan çok sayıda kız çocuğu olduğu için bir inat uğruna tercih etmiştim. Yani amacım o zamanlar dini gereklilikleri hayata geçirmekten ziyade o kız çocuklarına destek olabilmek, “haydi bakalım Yüreği olan varsa bana da hakaret etsin” şeklinde meydan okumakta. Ancak sonradan elhamdülillah devamı geldi ve başörtüsü başımın üzerindeki yerini daima korudu. Lakin yüzyıllar öncesinde yaşamış olmadığımız halde başörtüsünün problem haline getirilerek insanların hedef alındığı zamanlara ben de bizzat şahit oldum. Bu şahitlik ise çok acıdır yazarlığın söz konusuyken yaşandı.
Yıllar önce neyin ne olduğunu ve bir kitap çıkartmanın ne şekilde olacağını bilmeden yayınevlerinin kapısını çalarken sırf başörtüsü kullanıyor olduğum için o kadar çok hor görüldü mü ve bu yoldan dönmem için o kadar çok nasihat aldım ki… Nedeni ise başı örtülü bir yazarın olamayacağı gerekçesi iyiydi ve bunu 10 küsur yaşındaki bir kız çocuğuna karşı açık açık söylüyorlardı. Bugün bile hala dönüp baktığımda bir insan olarak içim sızlıyor çünkü inanç ve ideolojilerin ne kadar farklı olursa olsun küçücük bir kız çocuğunun hayallerini paramparça edip eline vermek ve bunu sadece farklı görüşe sahip olduğunu görüp bildiğiniz için yapmak çok acı. Velhasıl onlarca zihniyeti bozuk kişiye rağmen ve ilk kitabımı yayınlamak vadi ile çalıp kendi adına yayınlayanlara rağmen ben bugün kitapları yayınlanan kendi halinde bir yazarım. Dönüp baktığımda yazarlık serüveni mi başlangıcı olarak o çocuk yaşlarda yaşamış olduğum trajikomik masumane olayı aklıma getiriyorum ve zihniyeti bozuk insanları mümkün olduğunca hatırlamama ya özen gösteriyorum.
Çalınan kitabınız ile ilgili herhangi bir hukuki süreç yaşadınız mı?
Hayır. Şu an olsaydı muhtemelen yaşardım lakin o zamanlar yaşım kendimi ifade edebilecek ve hakkımı savunabilecek olgunlukta olmadığı için hiçbir şey yapmadım. Bu konuda aileme desteği oldu fakat konunun üzerinde durmadım açıkçası. Zaten ilk kaleme almış olduğum roman söz konusu
olduğu için ve tamamen çocukça bir bakış açısıyla kaleme alınmış olduğu için önemsediğimi de söyleyemem.
Birçok yayın evinin kapısının çaldığınız değil mi ve olumsuzluklarla karşılaştığınızdan bahsettiniz. Peki o olumsuzluklar arasında bugün bile hala net bir şekilde hatırlamakta olduğunuz var mı?
Birçok olumsuzlukla karşılaştım. Her biri bugün bile üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen zihnimdeki yerini koruyor çünkü küçücük bir çocuğun kalbi zihniyeti bozuk insanlar tarafından kırıldığı zaman sonuç maalesef ki bu oluyor. Olumsuzluklar çok olduğu için dilerseniz ben size o zamanlar bana umut olmuş olan çok kıymetli bir olaydan bahsedeyim. Şöyle ki: yine bir yayınevine girmiştik ve durumdan bahsetmiştik. Orada bulunan editör Hanım prosedürden kısaca bahsederek beni haberdar etmiş ve yazıp bir dosya haline getirmiş olduğum yazılarıma göz atarak motive edici cümleler kurulmuş ve en nihayetinde de yazmış olduğum bir sayfayı roman formatında A4 kağıdına basarak bana hediye etmişti. Sayfanın sağ üst köşesinde kaleme almış olduğum romanın ismi sol alt köşesinde sayfa sayısı falan yer alıyordu ve bu beni o kadar motive etmişti ki…. O yüzden hep diyorum bizim yüksekten bakan insanlara değil işini hakkını vererek yapan insanlara ihtiyacımız var.
Yeni bir kitap çalışmanız var mı?
Kitap çalışmalarım daima var. Bence birçok yazarım da böyledir çünkü bizim kalemimiz durmuyor ve daima yazıyor lakin onları eleyerek yolunuza devam etmek ve okuyucularla en güzelini buluşturmak asıl olan. Cemil Meriç misali aklımıza gelen her şeyi yazıyor olsak da aklımıza gelen şeyleri yüreğimizde gelen şeylerle harman etmiş olduğumuz yazılarımızı seçerek okuyucularla buluşturmak zorundayız.
Üretken tavrınız ile öne çıktığınızı düşünüyoruz. Bilakis paylaştığınız aktivitelerde de bunu görebiliyoruz. Bu üretken fayda sağlamaya çalışma çabasını hem kendi geleceği hem de ulaşabildiği insanların hayatlarında iz bırakma eğilimi ile pekiştiren Zeynep için bir sınır var mıdır?
Çok kıymetli bir soru daha… Fatih Sultan Mehmet han misali gibi imkanın sınırlarını zorlayarak kendi sınırlarımı çiziyorum. Bu sebeple Allah izin verdiği müddetçe herhangi bir sınırımızın olacağını düşünmüyorum. Hem benim için en önemli şey insanlara faydalı olabilmek ve elhamdülillah bu
niyetim doğrultusunda da çok değerli geri dönüşler alıyorum. Almakta olduğum geri dönüşler bana ilerlemekte olduğum yolda güç ve kuvvet veriyor. Ayrıca herhangi bir maddi beklenti içerisinde olmadığım için büyük büyük hayal kırıklıkları da yaşamıyorum. Bazen birisinin duasında yer alabilmek bazen de birisinin hayatına dokunduğunu görebilmek bile o kadar kıymetli ki… Velhasıl Rabbimiz Teala imkan verdiği müddetçe imkanımızın sınırlarını zorlamaya devam edeceğiz.
Kendinizi olmanız gereken yerde görüyor musunuz yoksa daha iyi yerlerde olabilirdim veya daha fazla çalışıp çabalayıp daha iyi yerlere gelmek hedefim mi dersiniz?
Bir Müslüman daima özellikle başarı söz konusu olduğunda elindekilerle yetinmemeli ve her zaman daha fazlasını yapabilecek potansiyelin kendinde olduğunu bilmelidir. Günümüzün ve bu günümüzün yani 2 günümüzün aynı olmasının bile bizim için ziyan olduğunu beyan etmiş bir peygamberin ümmetiyiz ve bu da bize günü kurtarmayı değil ümmeti Muhammed’i kurtarmayı vazife kılıyor. Dolayısıyla da tabii ki de daha iyisini yapabilirim, yapabiliriz. Potansiyelimizin farkına vardığımız
takdirde birçok şeyin en güzelini yapabiliriz. Tabii kader ve nasip kavramlarını da idrak etmek ve hatta hazmetmek gerekiyor. Yani bu ne demek? Rabbimiz Teala izin verdiği müddetçe en iyisini yapabiliriz,
Yeter ki kendimize küçümseme elim.
Aileler ve çocukları için yazdığınız yazılar dikkatimizi çekti. Zamane çocuklarında amiane tabirle Z Kuşağındaki tatminsizlik hakkında birkaç söz söyleyebilir misiniz?
Bu konunun tek bir boyutu olduğunu düşünmüyorum lakin kısaca şu hususlar üzerinde durabilirim: Evlatlarımızı doyumsuz ve sınırsız yetiştirmek tatmin olma duygusunu da ellerinden almamıza sebep
oluyor. Her istediği yapılan çocuk, sınır nedir bilmeyen çocuk belki de bir bakıma hislerini kaybediyor. Aslına bakılırsa konuyla ilgili yapılan pek çok deney var ve bu deneylerde bize benzer sonuçlar sunuyor. Yani çocuklar uçsuz bucaksız şeyler sunulduğu zaman ve sınır konulmadığı zaman ne bir
oyuncaktan ne de bir eylemden zevk almıyorlar. Ki ben bunun yetişkinlerde de aynı olduğunu düşünüyorum. Uçsuz bucaksız deryalara açılan yetişkinlerde aynı şekilde tatmin olma duygusunu kaybediyor. Dolayısıyla da her konuda dengeyi korumak lazım.
Duyarlı bir insan olarak haberlerde çıkan onca cani insanların yaptıklarında elbette bir sebep yoktur fakat birşeyi sebep olarak koyabilsek sizce bu önü alınamayan caniliklerin nedeni nedir ve nasıl başa çıkılabilir ?
Bu konuda çok boyutlu bir konu lakin kabaca bakacak olursak önce biraz önceki mevzuda olduğu gibi doyumsuz ve sınırsız çocuk yetiştirme problemini konuşabiliriz. En basiti kadın cinayetlerinin sebeplerinden ilk ikisinin bu olduğuna inanıyorum. Yani her istediği yapılan doyumsuz çocukların ve hayatı boyunca sınır konulmamış çocukların elde edemedikleri zaman yahut herhangi bir olumsuzlukla karşılaştıkları zaman kadınlara saldırdıklarını inanıyorum. Tabii bu belirtmiş olduğum
gibi sadece ilk 2 sebep olabilir. Sebepler hiç şüphesiz arttırılabilir. Ardından da şiddete meyilli çocuk boyutunu bakabiliriz aslında. O sözgelimi dizilerde ve filmlerde neler işleniyor ve bizim çocuklarımız, bizim gençlerimiz nelere maruz kalıyor bence bu da üzerinde durulması gereken farklı bir boyut. Zira başrol oyuncusu olarak yakışıklı yahut güzel bir oyuncu seçildiği zaman çocuklar o kişileri davranışlarının iyi olup olmadığını analiz etmeksizin rol model alıyorlar ve bir noktadan sonra rol model almakta oldukları o kişilerin sergiledikleri saçma sapan davranışları sergiliyorlar ve bunu bilinçsiz bir şekilde yapıyorlar yani sözgelimi diziler ve filmler aracılığıyla saçma sapan davranışlar normalleştiriliyor. Bu konuda vermekte olduğum klasik bir örnek vardır o da şu: Dikkat ederseniz
yakışıklı oyuncuların ve güzeller güzeli oyuncuların başrollerini paylaşmakta oldukları dizilerde racon kesiliyor ve akabinde başrol oyuncularının yanlış olarak gördükleri davranışları sergileyen kişiler
ayaklarından tavana asılıyorlar yahut da bir sandalyeye bağlanarak işkenceye maruz bırakılıyorlar. Bu böyle alıyor başına gidiyor. Sonra bizim çocuklarımız da bunu yakışıklı ve güzel oyuncular yaptığı ve o oyuncuları rol model aldıkları için benimseyerek kendi yaşantılarında uygulamaya kalkıyorlar. Biz bunu nereden biliyoruz peki? Biz bunu o dizilerin saçma sapan bölümleri yayınlandıktan sonra pek zaman geçmemişken haber kanallarında küçücük evlatlarımız benzer şeyleri uygularken görüyor
da biliyoruz. Dolayısıyla da hiçbir şeyi tek bir boyut ile ele almamalıyız. Yani evde hiçbir şey olmaz lakin çocuğun arkadaş ortamı bozuk olur yahut her şey her açıdan normaldir lakin çocuğun izlediği yayınlar saçma sapan olur ve netice hüsran olur. İşte bu sebeple yine söylüyorum Hiçbir şeye tek bir açıdan bakmamak gerekiyor. Öğrencilerine saçma sapan davranan öğretmenin davranışları da masaya yatırılmalı, yavrusuna saçma sapan davranan ebeveynin davranışları da masaya yatırılmalı, komşusuna saçma sapan davranan kişinin de davranışları masaya yatırılmalı, baştan aşağıya sırf üç kuruş kazanmak için saçma sapan yayınlara imza atan ve o yayınların kadrosunda yer alan oyuncularla masaya yatırılmalı. En basiti insan haklarında bile ne ediyoruz? İnsan haklarında bile sahip olduğumuz haklar bir başkasının hakkını ihlal edinceye dek geçerliliğini koruyor yani bizler birer insanız ve sosyal varlıklarız dolayısıyla da ister istemez çevremizdekilerin, uzantımızım olduğu kişileri etkilemekteyiz ve bunun bilinciyle hareket etmeliyiz. Bunu yaptığımız an zaten tüm sorunlarımızın çözüldüğünü görmemiz mümkün. “ben” değil “biz” olabildiğimiz tüm sorunlarımızın çözüldüğünü görmemiz mümkün.
Son olarak hayalleri peşinde koşan genç bir yazar olarak gençlere tavsiyeleriniz neler olur?
İnsan olarak daima gelişmekte ve değişmekte olan varlıklarız ve bu yüzden şimdiye dek edinmiş olduğum tecrübeler doğrultusunda şu 3 şeyi söyleyebilirim ki:
- Kendi potansiyelinizi kesinlikle küçümsemeyin ver kendinizi geliştirme konusunda kesinlikle sınır tanımayın.
- Önce kendinize ve sonra da topluma faydalı olmayı hedefiniz haline getirin ve hiçbir zaman bu iki hususu birbirine karıştırmayın çünkü ne yalnızca kendinize faydalı olup toplumu yoksayabilirsiniz ne de kendinize faydalı olmadan topluma faydalı olabilirsiniz.
- Para odaklı değil fayda odaklı bir yol çizin kendinize çünkü para vazgeçilmez değildir lakin faydalı olmak yani insanın yaratılış gayesine sadık kalması vazgeçilmezdir.
RÖPORTAJ: BAŞAK AZAKLI
Vesile Dergi Sayı 2
Haziran 2021