Merhaba Ebru Hanım öncelikle röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için teşekkürler. Dilerseniz ilk olarak okuyucularımız için Ebru ÇALOĞLU kimdir kısaca bahsedelim.
Merhabalar, ne demek, Arkabahçe’ye gösterdiğiniz ilgi için ben teşekkür ederim. Çocukları ve gençleri çok seven, onlar için farkındalık oluşturmak çabasıyla uzun yıllardır çalışmalarını yürüten bir eğitimciyim. Yazarlık serüveninizden bahsedebilir misiniz? 90’ların sonunda başlayan lise ve dengi okullar için yardımcı ders kitapları yazarlığım iki yıl öncesine kadar devam etti. Daha sonra kültür yayıncılığı içinde olmak istedim ve Arkabahçe doğdu.
Henüz yolun başında olan genç kalemlere neler tavsiye edersiniz?
Edebiyatın, okumanın, kitapların hayatı değiştirebilme gücünü keşfetmelerini… Çok aydınlık bir zihinle kendilerine, çevrelerine,
dünyaya bakmalarını, kayıtsız kalmamalarını, bu dünyaya seyirci olmaya gelmediklerini hatırlamalarını öneririm.
Sizce yazarlık doğuştan gelen bir yetenek midir yoksa kişinin kendini geliştirerek yapabileceği bir şey midir?
Yeteneklere inanırım, işimizi kolaylaştırabilir ama yazarlık için
asla yeterli değildir. Yazarlık, öncelikle çok sıkı bir okur olmayı
gerektirir; okuduklarını analiz etmeyi, yoğunlaşmayı ve anlama
çabasını…
Yazı yazmak ayrı, bir kitap kaleme almak apayrı bir şey malum. Bu sebeple kitabınızı kaleme almaya nasıl karar verdiniz, bu cesareti kendinizde nasıl buldunuz?
Paylaşma isteği, kendinize saklamayı istememek; yazmakla bir şeylerin daha güzel, daha iyi, daha anlamlı olacağına inanmak…
Kitabınızda yer almakta olan bir soruyu yöneltmek istiyorum. “İnsanların hepsi insan mı sahi?”
Elbette. Böyle olması için de her birimizin kişisel olarak bir çabasının
olması gerektiğine inanıyorum. Arkabahçe’ye aldığım eserlerin arka bahçesini yazarken bu kazanımı sağlamak da benim kişisel çabamdı.
Kitabınızda çikolatanın adeta altın çağından bahsediyorsunuz. Hatta
öyle ki çeyizinde çikolata götürmüş olan bir prensesten bahsediyorsunuz. Öyle güzel çeyiz ki… Okurlarımız için o dönemden
bahsedebilir misiniz biraz? Sizce artık daha kolay şekilde ulaşıldığı
için mi sıradanlaştı?
Charlie’nin Çikolata Fabrikası, çok büyük bir yapıt. Hayallerimize inanmamız gerektiğini, ancak iyi bir kalbe sahip olarak hayallerimizi
gerçekleştirebileceğimizi söylüyor. Ben de çikolatanın öyküsünü anlatarak
okuru hikâyeye hazırlamak istedim.
Hikayesini kaleme almış olduğunuz “Gözyaşı Çeşmesi” hakikaten çok etkileyici. Okurlarımız için biraz hikayeden bahsedebilir misiniz? Sizce hikayenin can suyu tam anlamıyla kavuşmuş olamamak yani hasret olabilir mi?
Gözyaşı Çeşmesi’nde Puşkin, karşılıksız aşkı anlatıyor. Cariye olarak Han’ın sarayına getirilen bir kadının; vatanını, ailesini, sevdiklerini arkasında bırakmasının acısıyla Han’ın aşkına karşılık vermemesi söz konusu. Han’ın o gelmeden önce haremindeki gözdesinin kıskançlığı ve nihayetinde iki kadının da ölmesi ve Han’ın büyük acısının eseri Gözyaşı Çeşmesi…
Sizce özellikle günümüzde kitle iletişim araçlarının etkisi ne düzeyde ve “Genç Werther’in Acıları” isimli kitap sizce günümüzde yazılmış olsaydı etkisi benzer olur muydu?
Eğer toplumlar olarak, evrensel insani değerleri çocuklarımızda ve kendimizde oluşturabilirsek teknoloji gençler için bir tehdit olmayacaktır.
Mühim olan değerlerimizdir. Değerleri, ahlakı, kuralları içselleştiremezsek teknoloji ya da başka herhangi bir şey, her zaman tehdit unsuru oluşturabilir. Genç Werther’in Acıları, elbette dönemin ruhunu yansıtıyor. Eser romantik dönemin ve romantizmin başyapıtlarından.
Yıllar yıllar önce insanların flört etmek için belirli bir kültür seviyesine sahip olduğundan lakin şimdilerde durumun çok çok farklı olduğundan bahsediyorsunuz. Bu konudaki gözlemlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Arkabahçe’de XIX. yüzyılda İngiltere’de bilimin yükselişiyle neredeyse her gün bir yenisinin yapıldığı bilimsel icatlar sayesinde İngiliz toplumunun bilime olan ilgisinden söz ettim. Bu ilgi öyle bir noktaya varır ki sıradan insanlar bile evlerinde merakla bilimden ve icatlardan bahsetmeye başlarlar. Okurun, iki yüz yıl önce bir erkeğin bir kadına kur yaparken bile bilimden söz açmasını, sohbetlerinin konusunun bilimsel gelişmeler olmasını bugünkü ilişkilerde yapılan sohbetlerle kıyaslamasını istedim. “Ne konuşuyoruz, ne üretiyoruz, ne katıyoruz; karşımızdakine, kendimize ve hayata?” bunu düşünmesini istedim.
Günümüzde pek çok insan kitap okumayı okul derslerinden ibaret
görüyor. Sizce bu algı ne olursa değişir?
Okuma kültürünü ailemizde almamız işleri kolaylaştırır. Kitap okumayan
yetişkinlerle büyüyen çocuklar şanssızlar elbette. Doğru yaşta, ihtiyaca uygun, doğru kitap seçimleriyle okuma kültürü pekiştirilebilir. Okumanın bir yetenek gibi geliştirilebilir olduğunu biliyorum. Öğrenme aşkı, ilk olarak en yakınımızdaki insanlardan modelleyeceğimiz bir aşktır. Yetişkinler olarak çocuklarımızla okudukları kitaplar üzerinden mutlaka sohbet etmeli, onlara düşüncelerini sormalı, yönlendirmelerde bulunabilmeliyiz.
“Kitap okumayı sevmeyen yoktur seveceği kitabı bulamamış insan vardır.” şeklindeki klasik algı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Okumak isteyeceğimiz kitaplar, o anki ihtiyacımıza cevap veren kitaplardır.
İhtiyaçlarımız değiştikçe okuduklarımız da değişir. İhtiyacımızı karşılayan bir kitapla karşı karşıyaysak elbette okumak bizim için kolaylaşır.
Röportaj teklifimizi kabul etmiş olduğunuz için tekrar teşekkürler. Hayırlara vesile olmak niyet ve duasıyla. Ben teşekkür ediyorum. Sevgiyle ve kitaplarla kalalım.
RÖPORTAJ: Zeynep EROL
Vesile Dergi Sayı 7
Kasım 2021