YARADILIŞ HAKİKATİ

Yaradılış hakikatimizden o denli uzaklaşıyoruz ki Rabbimizin şu ayeti silkinmemize vesile oluyor : ” Sizler cansız iken size O hayat verdiği halde Allah’ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, sonra diriltecek, sonra O’na götürüleceksiniz.” (Bakara Suresi 28) ve diğer bir ayette ise şöyle buyuruyor: “Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.” (Ankebut Suresi 57) Kâinata bakıldığında en basiti her şeyin bir döngüye tabii olduğunu rahatlıkla görmek mümkün. Mesela ilkbahar adı gibi başlangıçlara gebeyken sonbahar adı gibi bitişlere gebe. Yani ilkbaharda açan bir çiçeğin sonbaharda yaprak dökmesi yahut kuruması bile başlı başına bir döngünün olduğuna delalet. Yani bu yaratılış hakikatini idrak ederek “Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. (Bakara Suresi 156) ayetindeki şuura erebilmek o kadar kıymetli ki…

Yaratılış hakikatimizden bahsediyoruz da peki aksi söz konusu olursa ne olur? Haydi tahmin yürütelim. Evet doğru aksi söz konusu olursa şirazemiz kayar ve İslamiyet merkezli değil de o, bu, şu merkezli bir hayat sürmeye başlarız. Bu noktada da aklımıza şu ayetler gelebilir bence: “Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa ‘Bu Allah’tan’ derler, başlarına bir kötülük gelince de bu senden derler. “Hepsi Allah’tandır” de. Ne oldu bu topluluğa ki bir türlü söyleneni anlayamıyorlar!” (Nisa Suresi 78)

Zannediyorum ki bu noktada insanın kendi değerinin farkında olması da ayrı bir kritik husus. Bu noktada da bir ayet örneği vermemiz gerekirse buyrunuz: “Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” (İsra Suresi 70) ve ekliyor Yüce Rabbimiz farklı bir ayetinde: “Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü türlü ürünler çıkaran Allah’tır; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri sizin için faydalı olacak şekilde yaratan O’dur. Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için yararlı kılan, gece ile gündüzü faydalanacağınız biçimde yaratan O’dur. O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim Suresi 32 – 34)

Peki biz ne yapıyoruz ve neyin peşinden gidiyoruz? Rabbimizin bizden beklediği tek şey “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zaryat Suresi 56) ayetinde de belirtilmiş olduğu üzere “kulluk” vazifesi. Yani bir diğer deyişle bu muazzam yaratılışa hakkını vermemiz bekleniyor bizden. Ancak…

Ancak maalesef ki “Hiç kuşku yok ki Allah onların saklı tuttuklarını da açığa vurduklarını da bilmektedir. O, ululuk taslayanları sevmez.” (Nahl Suresii 23) ayetine, “Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın. O kimsenin misali, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak halde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifadeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidayet vermez.” (Bakara Suresi 264) ayetlerine ve buna benzer ayetlere rağmen söz gelimi Müslümanların kibirlenmekte olduklarını ve Rabbimizin hoşlanmadığı işler yapmakta olduklarını görmemiz mümkün. Sizce de bu göre göre lades demek değil de nedir?

Yaratılış hakikatini ve insan olmanın haysiyetini kavramak kıymetli lakin kavrarken de şu hususa dikkat etmek gerekiyor bence: “iman etmek” ayrı “insan olmak” ayrıdır. Yani kişi evvela “insan” olduğu için kıymetlidir sonra “iman” ettiği için. Gerçekten bu ayrımı yapabilmek çok kıymetli. Zira bu ayrımı yapmak demek söz konusu inançlar olsa bile özgür bırakıldığımızı ve farklılıklarımızın hakikate tutulmakta olan ayna niteliği taşıdığını idrak edebilmek demektir. Bakınız: Rabbimiz dileseydi insanları elbette tek bir ümmet yapardı. Fakat onlar hep ihtilaf içinde olacaklardır, Rabbimizin esirgedikleri müstesna; zaten O insanları buna uygun yaratmıştır. Böylece Rabbimizin, “Andolsun ki cehennemi hem insanlar hem cinlerle dolduracağım” (Hud Suresi/118 – 119) sözü yerini bulmuş oldu. Şöyle düşünelim: Farklı inançlara mensup kimseler olmasaydı Rabbimizin, tabiri caizse, ipine böyle sıkı sıkıya tutunabilir mıydık? Ya da onlar kendileri için farklı bir inanç olan İslamiyet ve İslamiyet’e hakkını vererek yaşayanlar olmasaydı güzel dinimizle tanışabilirler miydi? Yani hiç şüphesiz Rabbimizin her yarattığında nizam vardır. Maharet kibirlenmeden Kafirun Suresi’nde buyurulduğu üzere “Sizin dininiz size benim dinim bana” diyebilmektir. Haberlerde zaman zaman görüyoruz söz gelimi Müslümanların farklı inançlara mensup kimseleri hedef almakta olduklarını. Hatta öyle ki bazen bu hedef alış inanılmaz boyutlara ulaşıyor lakin dönüp şunu sorgulamak lazım; bu kişiler gerçekten Müslüman mı?

Yıllar öncesine dönüp baktığımızda ne görüyoruz? Ecdadımız feth ettikleri yerleri yok mu etmiş? Yok mu etmiş yoksa farklı inançlara mensup kimselerin can ve mal güvenliğini mi sağlamış? Bunun muhakemesi çok önemli zira karşımıza çıkacak olan tablo ibretlik. Neden mi? Çünkü ecdadımız İslamiyet’i hakkını vererek yaşadıkları için onların güzel ahlakı farklı inanç mensuplarını etkileyip dinimize girmelerine vesile olmuş.

Haydi gelin bu konuyu da bir örnek vererek zenginleştirelim: Eski zamanların birinde gayrimüslim bir adam gelip Müslüman bir tüccarın dükkanından alışveriş yapar lakin tüccar dükkanda olmadığı için adamla çırak çocuk ilgilenir. Ne olsa beğenirsiniz? Bizim çırak hesabı karıştırıp adamdan fazla para alır ve hesabı karıştırdığını fark edince iş işten geçmiş olur. Ustası gelince vaziyeti ona anlatır ve ustası gayrimüslimin parasını alıp iade etmek için kapı kapı dolaşır. Nihayet koca semtte adamı bulur ve parasını iade eder. Gayrimüslim böyle bir şey beklemediği için sebebini sorar ve müslüman tüccar da “biz müslümanlar haram yemeyiz” der. Tahmin edeceğiniz üzere gayrimüslim adam oracıkta müslüman olur.

Şimdi yukarıdaki örnekten yola çıkarak kendimize şunu sormayalım mı sizce de: biz nerede yanlış yapıyoruz?! Hepimiz Ademoğlu olduğumuz halde türlü sıfatlarla ve vasıflarla kendimizi bölerek nereye varmayı planlıyoruz sahi? Ben sonumuzu göremiyorum da… Şimdi de gel gelelim esas konumuza. Esas konumuz ne mi? Esas konumuz Kudüs… Esas konumuz insanlık…

Biliyor musunuz söz gelimi insan haklarından bahsedilince benim aklıma 1948 yılı değil 1400 yıl öncesi geliyor zira sevgili Peygamberimiz sav. ” Hepiniz Ademoğlusunuz. Kimsenin kimseden üstünlüğü yoktur. Arabın Acemden ve Acemin Araptan üstünlüğü yoktur” derken ortalıkta insan hakları değil Allah’ın emir ve yasakları, bu emir ve yasaklar uyan insanlar vardı yani huzur vardı. Peki söz gelimi insan hakları bildirgesi insanlığa ne sağladı? Benim için trajikomik olan diğer bir husus da bir yandan işgaller ve kıyımlar yapılırken bir yandan da böyle bir bildirgenin yayınlanmış olması. Çünkü üzerinden yıllar geçmiş olduğu halde ve birçok ülke maddeleri onayladığı halde icraat yok ve masum insanlar katlediliyor. Hani evrensel idi bu bildiri ve hani ilk insan hakları idi? Yani anlayacağınız kafamda deli sorular… Ah ah… Türlü türlü sorular sorsak ve ağır sözler sarf etsek de hakikat değişmiyor kardeşlerim. Masum insanlar öldürülüyor, kadınlara tecavüz ediliyor ve minicik yavrular hedef alınıyor. Peki buna yürek nasıl dayanıyorlar? O minicik yavrular “biz onlara ne yaptık?” diye gözyaşlarına boğulurken ve körpecik kız çocukları kimden olduğunu bile bilmedikleri bebekleri doğurmaya mahkum edilirken nasıl susabiliyoruz?! İnsanlık katlediliyor ve 1, 2, 3 tıp mı oynuyoruz? Hep şu soruyu soruyorum: o evlatlar sizin dünyaya getirmiş olduğunuz evlatlar olsaydı da susar mıydınız? Dürüst olun lütfen. Önümüze adeta kemik atar gibi yalan haberler atıyorlar ve biz o haberlerle birbirimizi yerken onlar işlerini hallediyorlar. Bizler de ısrarla bunu görmüyoruz. Bilmem ne günü bilmem ne kazası oluyor ve bilmem kaç Yahudi hayatını kaybediyor. Biz ise yok “oh olsun.” yok “Allah masum insanların ahını bu şekilde alıyor.” şeklinde ifadeler kullanıyoruz. Oysa ki o kazada hayatını kaybedenler arasında küçücük çocuklar da var ve bizler buna rağmen bu ifadeleri kullanıyoruz. Sonra benim gibi birileri çıkıp “bu şekilde söylemek doğru değil vefat edenler arasında çocuklarda var.” dediği zaman da ahmak ve cahil damgası vuruluyor. Oysa ki böyle bir tabloda maalesef ki ahmak ve cahil olan önüne atılan kemiği hiç düşünmeden alıp oyalananlardır. Zira bizim dinimiz bize küçücük çocukların yaratılış gereği İslam dini üzere olduğunu ancak bir dönem sonra anne ve babalarının o yavruları kendi inandıkları dine mensup ettiklerini belirtmiyor mu? Ancak biz buradan bakmak yerine “oh olsun onlara.” zihniyetiyle bakıyoruz olup bitenlere ve daha sonra da farklı bir inanca mensup olan kişinin yahut kişilerin İslamiyet’e karşı sempati duymasını bekliyoruz. Lakin atladığımız nokta şu ki: en basiti böyle bir olay karşısında bile küçücük çocukların hayatını kaybetmesine karşılık “oh olsun.” ifadesini kullanmakta sözgelimi Müslümanların mensup olduğu dine kimse sempati ile yaklaşmaz. Bizler farklı bir konu söz konusu olsaydı ve aynı şeyi yaşayan taraf olmuş olsaydık, bizim söylediğimiz şeyleri farklı inançlara sahip kişiler bize söylemiş olsaydı hiç şüphesiz ağzımıza geleni sayardık ancak biz yaptığımız zaman bunu kendimize hak görüyoruz. Bir çocuğun ölümüne sebep olan olaydan nispet yapmanın hiçbir manası ve mantığı olamaz. Şimdi de aynı olayda hayatını kaybeden yetişkinler için bakacak olursak onlarda da durum pek farklı değil aslına bakılırsa. Yani şöyle düşünün “Yahudi” dediğimiz zaman bütün Yahudilerin Müslümanlara zulüm etmekte olduğunu çıkaramayız çünkü bir kesim Yahudiler var ki Müslümanlara yapılan zulümler karşısında yapılanları sorguluyorlar. Dolayısıyla da bu noktada “Yahudi” ve “Siyonist” ayrımını iyi yapmamız gerektiği kanaatindeyim. Zira gerçek manada dinine bağlı Yahudiler söz konusu olduğunda da Siyonistlerin onlar için baş belası niteliğinde olduğunu görmemiz mümkün. Bu da bizi meşhur Amir Kaan’ın klasik repliğine götürüyor. Benim Adım Kaan filminde kadının çocuğuna öğretmekte olduğu üzere “bu dünyada iki çeşit insan vardır iyi insanlar ve kötü insanlar”…. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Zaman zaman birtakım olaylarla karşılaşıyoruz ve kendi içimizde bile “küçücük çocuğa tecavüz edilir mi şerefsiz.” ifadesini kullanıyoruz ya hani ve küçücük çocuğa tecavüz etmekte olan insan müsveddelerinin bizimle alakası olmadığını haklı olarak savunuyoruz ya hani en basiti dışarıdan bakan bir kişinin bizi o pisliklerle aynı kefeye koyduğunu düşünün. Yani sırf bir kişi yahut birkaç kişi sebebiyle komple Türk halkına yahut komple Müslümanlara ‘çocuk tecavüzcüsü’ denildiğini düşünün. Sizce bu ne kadar mantıklı ve makul olurdu? Bu örnekten yola çıkarak lütfen ama lütfen barış ve selamet dini olan İslam’ı temsil etmekte olduğumuzu unutmayalım. Unutmayalım ki “islamfobi” gibi saçma sapan algılar yaratmaya çalışanların ekmeklerine bal, kaymak sürmüş oluyoruz. Bunu yapmamalıyız. Dilerseniz şu ayetle noktamızı koyalım: “Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.” (Necm Suresii 38)

YAZAN: Zeynep EROL

Vesile Dergi Sayı 10

Şubat 2022