Araç trafiği İstanbul’un, İstanbullunun bitmeyen çilesidir. İstanbul’un bu yoğun trafik sorununu rahatlatmak için yapılan özel yollar, yeraltı metrosu, tramvaylar tüm toplu taşıma araçları dahi hiçbiri bu insan kalabalığını, yollardaki bu yoğun araç kalabalığını azaltmaya fayda etmedi. Peki, bu insan trafiğine ne demeli? İnsan trafiğinin var mı bir alternatifi? İstanbul o kadar kalabalık bir şehir ki bazı zamanlar insan kusuyor adeta. İşte bu insan kalabalığının olduğu bir günde metrobüs durağındaydım. Durak çok kalabalıktı. İnsanların arasından ite kaka zor da olsa metrobüse binebildim. metrobüs çok kalabalıktı öyle ki kapıları zor açılıp kapanıyordu. Ter kokuları ve nefes kokuları birbirine karışmıştı. İnsanlar birbirine yaslanmış bir şekilde yolculuk yapıyorduk. Çok rahatsız edici bir durum fakat bu kalabalık şehirde olası bir şey bu. Herkesin kabullenip alıştığı bir durumda benim şikâyet etmem doğru olmazdı. Bu durumda yapacak hiç bir şey yoktu. Bazen çatlak sesler de çıkmıyor değil hani. Homurdanıp duranlar, şikâyet edip birbirleriyle tartışanlar ve sonrasında başka bir durakta azalan ve tekrar dolan metrobüste bir süre sonra kendiliğinden duruluyor ortam.
Bir süre sonra ineceğim durağa gelmiştim. Onca kalabalığın arasından biraz zorlansam da sıyrılarak Metrobüsten indim. Ah şu otobüsler! Binmek ayrı bir dert, inmek ayrı bir derttir İstanbul’da. Nihayet üst geçitte doğru ilerliyorum. AKBİL’imin kısa mesafe iadesini herkes gibi almayı da unutmuyorum. Şu hale bak! Merdivenlerden bile tek sıra halinde inip çıkıyoruz karınca misali. İnsanların arasında geçerek ilerledim, üst geçidin yarısına gelmiştim ki; tam önümde ağır adımlarla yürüyen, birbirlerine sıkıca sarılmış bir çift vardı. Onların önüne geçip ilerlemek istedim, fakat karşı yönden gelen insan kalabalığından ilerleyip geçemeyince o an sinirlendim. İçimden de bu ağır adımlarla yürüyen çifte sinirlenip, söylenmeye başladım: Nasıl rahat insanlar bunlar? Bunca kalabalıkta sarılarak yürümek ve sağından solundan gelenlere müsaade etmemek terbiyesizlik diye düşündüm. O sırada bir boşluk bulup o çiftin önüne geçtim ve ilerledim. Fakat hala çok sinirliydim, Hızlı ve hırslı adımlarla ilerlerken bir anda arkama dönüp onlara bakmak istedim. Koşar adımlarla merdivenleri indim. Merdivenlerin sonuna geldiğimde durdum ve çifte doğru dönüp baktım. Amacım onlara sinirlendiğimi ifade edebilmekti. Belki farkına varırlar da kendilerine çeki düzen verirler, belki utanırlardı bir daha kalabalıkta bu kadar rahat yürümezlerdi diye düşündüm. Niyetim biraz da sinirlerimi yatıştırmak, içimi az da olsa rahatlatmaktı. Çünkü yaptıkları bana göre çok ayıp bir davranıştı. Göz göze gelmek için, sert bir bakış attım üzerlerine ki; belki utanırlar, beni anlarlar diye düşünürken o an utanan ben oldum. Çünkü o an anladım ki; hanımefendinin gözleri görmüyor ve yanındaki beyefendi bunun için sarılmıştı.
Allah’ım o an nasıl utandım, nasıl mahcup oldum bir bilseniz? Ben bu utançla nasıl yaşarım, beni affedebilir misin Allah’ım? Diye içimden kendime kızarak söylendim. Yüzüm kızardı. Başımı önüme eğdim ve içimden defalarca özür dileyerek yoluma yürüdüm. Bu ön yargılı düşüncem yüzünden onlardan özür dileyecek yüzüm de yoktu. Bir atasözü vardır: Bir musibet on nasihatten etkilidir. Bu bana ders olmuştu. Önyargının ne kadar korkunç bir şey olduğunu o gün bir kez daha öğrendim. Hayatımın bundan sonrasında rastladığım hiçbir şeye peşin hüküm vermeyeceğim diye kendime söz verdim.
“Çirkinlik diye bir şey varsa o da, gözlerindeki önyargılı ölçeklerdir.”
Halil Cibran
YAZAN: NAZLI BAŞ
Vesile Dergi Sayı 7
Kasım 2021