Hepimizin mutlaka duyduğu, içimizde bir kıpırtının oluştuğu manevi olarak değeri paha biçilmez bir şehirdir bizim için Kudüs. İlk başta bir camiden ibaret sandığımız ama aslında ibadetlerimizin özü olan namazımızın ilk hedefidir Mescid-i Aksa. ilk kıblemizi içinde barındıran bu kutsal topraklar tarih boyunca üç semavi din için çok önem teşkil etmiştir. Bizim bu şehre bu kadar uzak olmamız onu tanımamamız tamamen oraları farklı dinlere kapatıp kendilerine ait olmasını isteyen Siyonistlerin planının
işlediğini gösterir. Müslümanlar bu değere sahip çıkmayı sadece Filistinli kardeşlerimize has görmemeli ve bu her Müslümanın üstüne vazife olduğunu bilmelidir. Her şeyden önce bir zulüm karşısında susmak bunu
meşru hale getirmek o suçu işlemekten farksız olduğunun bilincine varmalıdır. Mescid-i Aksa sadece Filistinlilerin sorunu değildir. Bunu anlamak için çok geçmişe gitmeden birkaç hafta geriye gitmemiz kafi olacaktır. Müslümanın algısı açık olmalı ve değerlerinin kıymetini bilmeli her olayda sesini yüksek çıkarmayı kendine vazife edinmelidir. Mesele karınca misali inandığımız yolda inançlarımız doğrultusunda ve buna layık şekilde ilerlemektir. Allah zaten kendi kutsallarını koruyacaktır. Tıpkı Hz. İbrahim (as) yakmayan ateş gibi tıpkı Hz. İsa (as) göklere çıkarması gibi. Bize düşen bu görev tam olarak inançlarımıza sahip çıkıp bu yolda olduğumuzu göstermektir. Bu değerlerle yetiştirelim evlatlarımızı, öğrencilerimizi. Eğer bir Müslüman Mescid-i Aksa’dan habersiz yaşıyorsa nasıl hesabını veririz. Hala banane Kudüs’ten diyen bir Müslüman görmek ne acı. Kudüs deyince aklına sadece savaş gelen insanlar var ve bu tam olarak İsrail politikasının işlediğini bize gösterir. Uyanık olmazsak bir nesil sonrasını uyandırmaya sesimiz yetmeyebilir. Bu sinsi oyunları yok etmek ancak bilmekten geçiyor ve bildiklerimizi aktarmaktan. Bu kutsal toprak Kudüs’ün üç semavi dine ortak oluşuna bakacak olursak Yahudilerin,
Hristiyanların ve Müslümanların, dinlerine dair birçok kutsalı bu şehirle ilişkilendirdiğini görürüz ve Kudüs inançlarının tepe noktasındadır. Hz. Adem (as) cennetten çıkarıldığında cennetin kapısı Kudüs’te bulunduğu için ilk olarak bu şehre gelmiş ve uzun süre burada yaşamıştır. Hz. Nuh (as), gemisi ile büyük tufandan kurtulduğunda suların çekilip çekilmediğini anlamak için bir güvercin uçurmuş ve bu güvercin ağzında zeytin dalı ile geri gelmiştir. Güvercinin bu zeytin dalını Kudüs’teki Zeytin Dağı’ndan getirdiğine inanılır. Hz. Davud (as) fethettiği, Hz. Süleyman (as) şekillendirdiği, Hz. İsa’nın (as) göğe Hz. Muhammed’in (as) Mirac’a yükseldiği yerdir Kudüs.
Yahudiler Kudüs’ü başkent olarak kabul etmelerini en başta Hz. Davud krallığının başkenti olmasına bağlamakta olup ayrıca Hz. Süleyman Mabedi’nin yeri olması sebebiyle Yahudiliğin en kutsal mekanı olarak kabul etmektedirler. Ve burayı Yahudiliğin kalbi olarak görmektedirler. Süleyman Mabedi Hz. Süleyman’ın vefatından kısa bir süre sonra tamamlanmıştır. Bu değerli alana inşa edilen mabede Beytü’l-Makdis (Mukaddes Ev) denilmiştir. Kudüs’ün önemi Eski Ahit’te “Son Günlerde” ve “Adalet Gününde” anlatılıyor. Burada son mahkeme kurulacaktır. Eski Ahit’te Kudüs aynı zamanda Beni İsrail’i sembolize eder. Onun yıkılması İsrailoğulları’nın sürgüne gönderilmesi ve gelecekte yeniden imarı da İsrailoğulları’nın sürgünden dönüşünün ifadesidir. Yahudiler, 1967ʹde Kudüs’ün kalbi dedikleri bu mekanı ele geçirdiklerinde 2000 yıldır Kudüs için tuttukları bir orucu tutmayı bırakmışlar ve “mesihin gelişi” ile tamamlanacak “tarihin sonundaki hadiselerin” ilkinin gerçekleştiğine inanmışlardır. Son yüzyılın milliyetçi Yahudilik hareketi Siyonizm, adını, Kudüs’ün bir sinonimi olan Siyon kelimesinden alır ve vermeye çalıştığı mesaj “İsrail’e dönüş hayallerinin gerçekleşmesi” hedefi ile yola çıktıklarıdır. Dünya Siyonist örgütünün merkezi de Kudüs’te bulunmaktadır. Hristiyanların Kudüs üzerindeki hak iddiası yeryüzünde kurulacak olan Mesih krallığının merkezi olması ve İsa’nın yaşamı ve Çarmıhındaki rolü itibariyle de önem arz etmektedir. Kudüs Hıristiyanlar için, Tanrı’nın seçtiği şehir. Körleşmiş ve günahlara dalmış insanların arasına Mesih olarak gönderdiği kendi oğlunu, insanlık için kurban ettiği topraklar ve Hristiyanlık tarihinin başladığı yerdir. Onlar için Kudüs, tarihin başladığı ve biteceği yerdir. Hristiyanlar Kudüs’e Hacı olmak için gelirler gerçek anlamda bu duyguyu çok yoğun yaşarlar ve bu toprakların kutsallığı onlar içinde paha biçilmez durumdadır.
Müslümanlar için ise ilk kıble olması ve Hz. Muhammed’in Mirac’a yükselmesi bakımından çok önemlidir. Kudüs, hadislerde Mekke ve Medine ile aynı değerde tutulur ve bu iki şehire hac olanağı bulunmadığı zamanlarda bu görevin Kudüs’ü ziyaretle yerine getirilebileceği belirtilir. Bu nedenle İslam’ın kutsal şehirler hiyerarşisinde Kudüs, üçüncü sırada geliyor. “Yolculuk ancak şu üç Mescitten birisine ibadet için olur. Benim şu Mescidime, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya”. [Müslim, Hac, 15/ 415,511.512. Buhari, Mescid-i Mekke,1. Savm 67, Ebu Davut, Menasik 94; Tirmizi, Salat 126; Nesai, Mesacit,10.] Yani bu olaylar Kudüs’ün üç din için sıradan bir şehirden çok daha fazlasını ifade etmektedir. Ayrıca Müslümanların bu şehre sahip çıkmaları tarihsel bir süreç olması ile birlikte sapmış bir dini yola getirmektir. Yahudiler Allah’ın dinini doğru olandan ayırdıkları için İslam dininin gelişi Museviliğin geçerliliğini yok etmiştir. Her Müslümanın vazifesidir dinini tebliğ etmek Müslümanlar bu
görevlerini yerine getirmek için fetihlerini bu amaçla yapmışlardır. Hoşgörü ile yaklaşarak insanların önce kalplerini ısındırarak ve gönül rızaları dahilinde İslam dinini yaygınlaştırmak istemişlerdir. Kudüs’ün genel tarihi aşağıdaki alıntıda kısa ve öz olarak anlatılmıştır:
Kudüs şehrinin yaklaşık olarak MÖ 3000’lerde Kenanlılar tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. Şehrin stratejik önemi bulunması yanında çok erken dönemlerde, ona verilen isimler onun kutsal olarak algılandığının ilk delilleridir. Zira şehir Salem tanrısı adına inşa edilmiş ve Rushalimum/ Salem anlamına gelen ismi de buna atfen verilmiştir. Yahudilerin bölge üzerindeki iddiaları ise takriben MÖ 18. yüzyılda İbrahim’in göçü ile başlatılmaktadır. Kudüs ile ilgili olarak da İbrahim’in oğlu İshak’ı Moriah Dağı’nda/Tapınak Tepesi kurban etmek istemesini bir işaret kabul etmektedirler. Ayrıca onlara göre burası Yakup’a rüyasında gösterilen ve Musa’nın vaat edilen topraklara yaklaştığında girmeyi arzuladığı yerdir. Kudüs’ün mekân olarak ortaya çıkışı, Kral Davud döneminde gerçekleşmiştir. Nitekim Yahudilere göre Davud’un şehri başkent ilan etmesinden sonra Ahid Sandığı’nı getirmesi ile Kudüs, dini bir mekân olarak belirginleşmiş, sonra da oğlu Süleyman tarafından mabedin inşası ile şehir, Yahudi kutsal tarih anlayışının merkezine yerleşmiştir. 3 Babil kralı Nebukadnezar’ın MÖ 586’da Kudüs’ü işgali, şehri talan etmesi ve mabedi yıkması sonrasında Yahudilerin tamamına yakını Babil’e sürgün edilirler. Pers Kralı Koreş’in (Cyrus) izniyle Kudüs’e dönenlerin ilk icraatı ise mabedi tekrar yapmak olmuştur.
Şeşbezar Ezra ve Nehemya öncülüğünde Pers kralının izni ile Kudüs’teki mabet yeniden inşa edilmiştir. Daha sonra Kudüs, Makedonya kralı Büyük İskender tarafından ele geçirilmiştir. Bu dönem Helen etkisinin buraya yerleşmesi açısından önemlidir. Nitekim Helenleşmeye karşı çıkan Hasmoneanlar burada bir Yahudi idaresi kurmuşlardır. Bu hanedanın yüz yıllık idaresinden sonra Büyük Herod, Roma adına Kudüs idaresini devralmıştır. Hıristiyanlığın bu bölgede ortaya çıkışı da Herod’un krallığının sonlarına doğru doğan İsa Mesih’in Kudüs çevresinde mesajını yaymasıyla başlamıştır. İsa Mesih’ten yaklaşık otuz yıl sonra Yahudilerin Roma’ya karşı düzenlediği isyan sonucu Kudüs tekrar yakılıp, yıkılmıştır. Bu defa şehri yeniden inşa eden Romalılar, Kudüs’te putperest mabetleri inşa edip ismini İlya olarak değiştirmişlerdir. Bu süreç imparator Konstantin’in kendilerini Mesih’in taraftarları olarak tanımlayan Hıristiyanlara tanıdığı haklar ile değişmiştir. Kudüs’te 324’te yeni bir dönüşüm yaşanmıştır. Konstantin’in annesi Helena’nın gerçek haçı bulduğunu iddia ettiği yere bir kilise inşa etmesinden sonra şehirdeki kilise ve manastırların sayısı her geçen gün artmış ve insanlar burayı ziyarete gelmişlerdir. Bahsedilen dönem 638’de Halife Ömer tarafından şehrin fethedilmesine kadar sürmüştür. O tarihten sonra Kudüs’te artık Müslüman bir idare bulunmaktadır ve Müslüman devletler arasında çeşitli el değiştirmelerin yaşanmasıyla birlikte şehir, Birinci Dünya savaşı sonrasına
kadar yaklaşık 1400 yıl Müslüman egemenliğinde kalmıştır.“
Kudüs’ün genel tarihsel aşaması anlatılan bu alıntıdan anlaşılacağı üzere Yahudiler bu kutsal topraklarda hak iddiasını temellendirerek bu doğrultuda oralara hakim olmak istemektedir. Bu kutsal topraklar Hristiyanlığın hakimiyeti altında iken Yahudilerin sadece yılda bir kere Tapınak Tepesi’ni ziyaret etmelerine izin verilirken Müslüman hakimiyeti altında farklı din ve ırklara birlikte yaşamalarına izin verilmiştir. Bu bilgilerin yanı sıra Kudüs 1099 tarihinden itibaren bir asır Haçlıların elinde kaldığı süre boyunca diğer insanların orada yaşamasına izin verilmemiştir. Bu durum Sultan Selahaddin’in Kudüs’ü almasına kadar devam etmiştir ve bu olaydan sonra farklı dinden ve ırktan insanın yaşamasına tekrar izin verilmiştir. Kudüs’ün bu kadar önemli olması ve tarihinin bu kadar eskiye dayanması şehrin sembolik anlamının üç semavi din tarafından vazgeçilmez olduğunun göstergesidir. Bu topraklar çok verimli topraklar olması sebebiyle her zaman elde edilmek istenen bir yer olması da gözden kaçırılmamalıdır. Bu şartlar altında günümüze bakıldığında şu an o topraklarda yaşayan Müslümanlar için olumlu şartlardan bahsetmek hayli zordur. Tarihi açıdan Kudüs sizin de anladığınız üzere çok geniş alana sahiptir. Bunu olayları daha geniş pencerelerden bakmalıyız bunun içinde çok okumalı ve bilgi sahibi olmamız gerekir. Anladık ki burası sadece ne bir cami nede mescid bu topraklar Allah’ın kendine ayırdığı iki araziden biri ve arza açılan kapı, insanlığın yaratılmaya başlandığı noktadır. Bir şey daha anladık ki Müslümanlar dışında buraya refah getiren olmamıştır. Çünkü Müslümanlar üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu bilir ve atalarımız
da buna uygun hareket ederek Kudüs’ün kutsallığını korumuş oranın hakimi değil hizmetkarı olduklarını söylemişlerdir. Böyle güzel miraslara sahip çıkmak hepimizin boynuna borçtur. Günümüzde yaşanan olaylarla bizim anlayışımıza ters olan ve diğer dinlere yaşama hakkı sunmayan İsrail yaptığı zulümlerle bölgedeki Müslüman halkın dini değerlerine saygı duymayarak yeryüzünde tekrar bozgunculuk çıkarmaya başlamıştır. Ve en güzel kelam olan Kur’an-ı Kerimde yüce Rabbimiz Şöyle buyuruyor:
İsrâ Sûresi 4: Biz İsrailoğulları’na Tevrat’ta şu hükmü verdik: “Muhakkak siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.”
İsrâ Sûresi 5: Birincisinin zamanı gelince,üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Bu yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.
İsrâ Sûresi 6: Sonra sizi tekrar o istilacılar üzerine galip kıldık ve size mallarla ve oğullarla yardım ettik. Ve toplum olarak sizin sayınızı artırdık.
İsrâ Sûresi 7: Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz yine kendinizedir. Artık diğer fesadınızın zamanı gelince, yüzlerinizi üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları ve ilk kez girdikleri gibi yine Beyti Makdis’e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri mahvetmeleri için onları tekrar göndereceğiz.
İsrâ Sûresi 8: Olur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ama siz tekrar dönerseniz biz de döneriz. Cehennemi, kâfirler için kuşatıcı bir zindan yaptık.
Haktan ve hakikatten ayrılmamanız duasıyla sevgi ve sağlıcakla kalın.
YAZAN: RABİA YURTALAN
Vesile Dergi Sayı 3
Temmuz 2021