“İnsan, kendi içine bakan bir karaltı gibi” dedi Sinan incelediği kitabı ahşap rafa yerleştirirken. Atıf aldırmadı. Burnuna indirdiği gözlüğün üzerinden bakarak istediği sonucu vermeyen fırça darbesinin hatalarını, serçe parmağıyla düzeltmeye vermişti tüm dikkatini. Uzun yeşil ağaçlarla dolu bir peyzaj çalışmasıydı bu. Sinan cevap beklemiyormuşçasına devam etti odayı incelemeye. Ceviz masanın üzerindeki kalabalık arasından dikkatini çeken usturlabı bir an yoklar gibi oldu ama ne olduğuna anlam veremediğinden yerine koydu. Aslında aldığı matematik dersi biteli yarım saat olmuştu. Çoktan evden ayrılmış olması gerekirdi. Atıf’a göre çoktan ayrılmıştı bile. O işine dalmıştı. Sinan koridordan geçerken gördüğü bu karmaşık odanın az önce içinde bulunduğu, her şeyin yerli yerinde durduğu modern ve şık salonla olan tezatlığına kaptırmıştı kendini.
Odada bulunan -rafla kaplanmamış olan- bütün duvarların tablo, eski yazı, fotoğraf ve bin tür şeyle dolu olması hayret vericiydi. Ne kadar çok ve karışıktılar. Burada ahenk yoktu. Tarihsel, estetik bağlantısı bulunmayan bir yığın şeydi duvarı kaplayan. Sinan bu duvara garip bir şeymiş gibi bakarak; “Belki de duvar düz bir renkte olsa bu sığınağa benzeyen odada biraz daha ferah bir hava olurdu.” diye düşündü. Bu düşünce havuzuna daldığından sebep Atıf’ın göz ucuyla onu izlediğini fark edemedi.
Atıf yüzünün sağ tarafından akan turuncu ikindinin kattığı görkemle Sinan’a döndü. İlerleyen yaşına rağmen güçlü duran ellerini, birçok rengin bezgin bir türüne ev sahipliği yapan bezle silerken; “Hepsinin kendine has, hatta bazen kimsenin çözemediği anlamları, katmanları var.” dedi. Sinan sırtını dönmüş olmanın verdiği avantajı kullanarak düşüncesinin okunmasından duyduğu şaşkınlığı yüzünden silerken sakince; “Bence çözülecek bir anlam yok açıkçası. Yani, demek istediğim; yaşamı bu kadar karıştırmaya gerek yok. Aynı konuya farklı yerlerden tutulmuş binlerce fenerin oluşturduğu binlerce gölge gibi tüm bu kitap, tablo, biblo… İşte her nelerse.” dedi ve döndü. “Bir şey birdir; değilse de sıfırdır. Öyle değil mi?”
Atıf gülümsedi. Resmini yapmaya sakince devam ediyordu. “Yalnızca bir ve sıfır ile bile o kadar farklı şeyler inşa edilebilir ki! Üstelik aynı anda hem sıfır hem de bir olabiliyorlarsa…” Atıf böyle bir adamdı. Fikirleri,
kudretle aşağı dökülen bir şelale kadar yaklaşılmaz olmasına rağmen; hareketleri şelalenin etrafında oluşan ve onun keskinliğine naif bir boyut katan bir su bulutu kadar hafifti. “Sanırım bu kadar çetin ve aynı zamanda da sakin olabilmesi bir şeylerin kaynağına yakın olması.” diye düşündü Sinan. Yine de yirmi iki yıllık yaşamı boyunca sürekli değişen duyguların ve fikirlerin peşinde bu kadar büyük bir telaşla koşan bu sanatçı-yazar tayfasını hiç anlamamıştı. Bundan daha çok şaşırdığı bir şey varsa o da Atıf gibi eğitimli ve donanımlı birinin bu sanatçılara, garip çizimlere büyük bir hayranlık duyuyor olmasıydı. “Bu eserleri açıklarken matematikten yararlanabiliyor olmamız onların bir matematiğe sahip olduğunu
göstermez. Matematik yalın ve kesindir… Bu, tablolar, anlamsız figürler… Bunlarda ne yalınlık var ne de kesinlik.” Atıf gülerek “Yaa, demek öyle! Kesin olan bir şey varsa genç adam; o da kesinliğin olmamasıdır ki
bu da bir çelişkidir ve dolayısıyla kesin değildir.” Sinan heyecanlı bir şekilde, “İşte bahsettiğim tam da buydu. Bu eserlerde kelimeler ve renkleri, sesler ve fikirleri karıştırarak “havalı” bir şeyler yapma çabası var
sürekli. Herkes her şeyi farklı tanımlıyor. Sanki kimse kimsenin dilini bilmiyor. Oysa az önce bana öğrettiğiniz formüllerde değişenleri belirlediğinizde sonucun ne olacağını bilirsiniz ve yanılmazsınız. Ne
olursa olsun sonuç aynıdır.” Atıf palet ve fırçasını yanında duran sehpanın üzerine bıraktı. Tanıdık bir öğrenci sorusuyla karşılaşmışçasına hassas bir şekilde “Buna görünen matematik denir. Herkes fark edebilir. Belirli bir seviyeye kadar herkes öğrenebilir ve uygulayabilir
Oysa sanat yapabilmek için kişinin doğayı, yaşamı, kendini tanımakla ilgili bir derdinin olması gerekir ki bu çok meşakkatli bir yoldur. İşte bu “havalı” şeyler bize “bu yolu” anlatan mektuplardır aslında…” Bir ara rafa doğru baktı ve “Onlar bir şey arıyorlardı. Her şeyde olan ama eşsiz bir şeyi. Kimileri buldu. Kimileri ararken bir işaret fişeği gibi karanlıkta kayboldu. Denizin içinde suyu arayan balıklar; bir kelimenin peşinde geçen
asırlar gibi…” dedi. Sinan biraz şaşırmıştı. Atıf beklemeden sakince devam ederek, “Muhtemelen inanmayacaksın ama, doğa ve sanat matematiğin üzerine kuruludur. Her sene binlerce kilometrelik yolu şaşırmadan göç eden kuşların, kaplumbağaların haritaları yoktur; navigasyon cihazları da. Ama doğuştan gelen “doğada gizli matematiği okuma” yetenekleri sayesinde bunlara ihtiyaçları da yoktur… Sanat da bu yetenekle ilgilidir.
Resimde açı ve perspektif; müzikte ritim ve saire… Hepsinde matematik vardır inan bana. Palet ve fırçasını alıp boyamaya başladı. “Ama sanatçı durmaz. Bunun da ötesine geçme tutkusu vardır. Öyle ki eserlerinde
gittikleri bu patika yolun izleri bile zor seçilir. Çünkü esas olan amaçlardır; araçları göstermek değil. Çoğu insan-senin aksine bu eserleri beğenenler bile- bu izlerden bihaberdir. Ve sana bir şey söyleyeyim genç adam. Bence bu eserlerden rahatsız olmanın sebebi; varlığını hissetmene rağmen aradığın matematiği eserlerde keşfedememiş olmandır. Çünkü patikalarda yürümek zordur.” Kafası karışmış şekilde dinlemekte olan Sinan’ın yüzünde keskin bir şok ifadesi belirmişti. Atıf bunu fark edip, “Merak etme; eğer resim derslerine de gelirsen sana güzel bir indirim yaparım.” Sinan eşlik etmek niyetiyle, “Hiç sanmıyorum, bana kesinlikle daha “rasyonel” bir hoca gerekli.”
YAZAN: SEDAT ARIK
Vesile Dergi Sayı 4
Ağustos 2021