OSMANLI MEDENİYETİ VE AHLAKI

Osmanlı medeniyeti denilince aklıma ilk medreseyi kuran Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Paşa gelir. Çünkü o padişahlığı değil cihadı yani küffarla savaşmayı seçti. Orhan Gazi İznik’in fethi sonrası oğlu Süleyman Paşa’yı İznik’e çağırdı ve kendisine bölgeyi teslim ederek güvence altına aldı. Çünkü Orhan Gazi biliyordu ki oğlu sadece bir savaşçı Şehzade değil aynı zamanda ilmi yönü derin bir kişilikti. Süleyman Paşa babasını yanıltmadı. İlk işi bir medrese kurup etraftaki insanları ilim halkasına çağırmak oldu. Kimler ders veriyordu bu medresede kimler. Süleyman Paşa’nın sevdiği ve önünde diz çöküp ders aldığı hocası Dursun Fakih. Nitekim Süleyman Paşa hem Alim bir zat hem de bileği bükülmez bir savaşçı idi. Lakabından anlaşılacağı gibi “Rumeli Fatihi” idi. Osmanlı’nın ahlakı nereden geliyor diye soracak olursak ilmi ve dini çok iyi bilmesinden diyebiliriz. Eğer bu iki ana kaide olmasa ahlak ve medeniyet de olmazdı. Osmanlıyı Osmanlı yapan da bu iman kuvveti ve Allah, peygamber aşkı idi ve bu aşk Osmanlı medeniyeti ve ahlakını doğurdu. Osmanlı medeniyeti
köklerini ilim ve dinden alırken en önemli unsur olan insana davranış şeklini de muhteşem bir biçimde uyguladı. Buna bazı tarihçiler ‘dini hoşgörü’ dese de bunun asıl ismi “Kur’an Ahlakı” idi. Buna bir örnek verecek olursak: Fatih Sultan Mehmed Han’ın Rum Mimar ile olan hikayesi bize adaletin sadece bir gruba değil bütün insanlara eşit olarak uygulanması gerektiğini anlatır ve bu husus Kur’an’da açıkça belirtilir. (Nisa suresi 58. Ayet: Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmetmeniz gerektiği zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir ve hakkıyla görendir). Medeniyet dediğimiz kavram aslında toplumların yaşam tarzlarını ortaya koymalarıdır. Günlük hayatta ne gibi işler yapıyorsak kural, kaide, örf, anane bir toplumun medeni ve görgü sahibi olduğunu anlatıyor bizlere. Osmanlıda da bu böyle idi. Hele ki ramazanlarda bu açıkça fark ediliyordu. Günlük yaşantıda bize kadar gelen bir sadaka taşı olayı vardır ki akıllara durgunluk verir derecededir. Kur’an’ın ve Peygamber Efendimiz’in (sav) bizlere öğütlediğinin hayata geçirilmiş şekli idi bu sadaka taşı. “Bir elin verdiğini diğer el görmeyecek.” şekilde tasarlanmış bu taş. Günümüzde mahzun ve kapitalizme mahkum olmuş durumda unutup gitmişiz, öksüz bırakmışız adeta.

Bu sadaka taşındaki zerafet ve nezaket sanki başka taşlarda yok. Nitekim
sadaka taşının fonksiyonu şöyle işliyordu: Bir yolda kalmış yolcu ihtiyacı kadar parayı alıp gerisini bırakır. Başka bir ihtiyacı olan kişi gelir o parayı alır. Ertesi gün parayı yerine bırakırdı. Yoldan geçen orta halli bir vatandaş sadakasını taşa gizlice bırakır kimse görmeden oradan uzaklaşırdı. Bu yıllarca böyle devam etti 18. yy’a kadar. Kapitalizm’ in Osmanlıya girmesi ile işler artık eskisi gibi gitmeyecekti. Osmanlıda padişahlar eğitilirken lala denilen öğretmenler vardı. Fatih Sultan Mehmed Han’ın lalaları meşhurdur. Molla Gürani, Molla Hüsrev, Hoca Hayreddin ve Akşemseddin’in Sultan Mehmed’in “Fatih” olmasında rolleri büyük olan hocalarıdır. Eğitim kültür medeniyetini etkileyen bir unsurdur. Çünkü eğitim olmazsa medeniyet gelişemez ve tabii suretle medeniyetten bahsedilemez. Örnek verecek olursak: 1204’te İstanbul da Latin istilasında
Ayasofya dahil bütün şehir yağmalanmış, ve yıkılmıştı. Fatih İstanbul’u
fethettiğinde bu yıkımın ve yağmanın izleri hala duruyordu. O yüzden kılıç hakkı olarak üç gün yağma yaptırmadı. Askerlerine emir vererek yağmayı ikinci günde durdurdu. Daha sonra İstanbul’da tam bir eğitim seferberliği başladı .Topkapı Sarayı, Fatih Camii Külliyesi, Sahn-ı Seman Medreseleri bunlardan sadece bir kaçı idi. Osmanlı Tam bir su medeniyetidir. Gittiği ve fethettiği yerlere hemen bir çeşme kondurur ve insanların hizmetine sunardı. Bunu Allah rızası için yapardı. Bu çeşmeler çok çeşitli idi. Kuzu çeşmeleri, büyük sebilli çeşmeler, sebil küttap çeşmeler, mahalle çeşmeleri, namazgahlı çeşmeler, meydan çeşmeleri Osmanlı medeniyetinin temizlik anlayışını da ifade ediyordu. Camiilerde ki şadırvanlar bu duruma en iyi örnektir. “Temizlik imandandır.” Hadis-i Şerifine ve “Biz her canlıyı sudan yarattık.” Ayetine (Enbiya 30) binaen bu çeşmeleri insanlığın hizmetine sunmuştur..

Osmanlıda medeniyet ve ahlaktan bahsederken adaletten bahsetmezsek Osmanlıya haksızlık yapmış oluruz ve biz de adaletsiz davranmış oluruz. Adalet kavramı bütün insanlara ve hayvanlara adaletli davranmak anlamına geliyordu. Evet yanlış okumadınız ortaçağda hayvanlara işkence yapılırken Osmanlı’da hayvanların hafta tatili bile vardı. Hayvanlara fazla yük yüklenmemesi konusunda padişahın fermanının olduğunu da biliyoruz (1587 III. Murad Han Fermanı). Tabi ki üç kıtaya adalet götüren bir imparatorluk hayvanları unutacak değildi. Balkanlardan itibaren fethettikleri topraklara adaleti ve dini hoşgörüyü götürmüşlerdi. Topkapı Sarayı’nı herkes bilir. Divan toplantılarının yapıldığı mekâna “Kubbealtı” denir. Bu divan toplantılarının yapıldığı mekânının kubbesindeki kuşakta şu Hadis-i Şerif yazılıdır: ”Bir saatlik adalet bin saatlik ibadetten hayırlıdır.

”Osmanlı’nın adalet anlayışı da kısaca böyleydi. Osmanlı yüksek kültür ve
medeniyetinin etkisiyle birlikte etnik gruplar arasında karşılıklı etkileşim
önemlidir. Büyük şehirlerde nüfusun büyük bir bölümünü müslim ve gayri müslim esnaf oluşturmaktaydı. Şehrin ikamet mahalleleri kesiminde dini cemaat mensupları kendi ibadethanesi etrafında özel hayatını sürdürürken esnaf pazar bölgesinde yan yana birlikte faaliyette bulunurdu. Yani kimse kimsenin dinine ve rızkına mani olmazdı. Bu da Osmanlı medeniyetinin insanlara vermiş olduğu rahatlığı ve güveni temsil ediyordu. Kanuni Sultan Süleyman Han döneminde Osmanlı medeniyeti zirve dönemini yaşıyordu. Bir yanda Safevilerle yapılan savaşlar bir yanda Avrupa’yı titretip Zigetvar önlerine kadar gelen Kanuni, Osmanlı’nın tam bir adalet ve sevgi imparatorluğu olduğunu, Afrika’dan Asya’ya (üç kıtaya) haykırıyordu. Osmanlı padişahlarının 34.’sü Olan Sultan II. Abdülhamid Han’ın şu sözü Osmanlı’nın adalet anlayışını özetliyordu: ”Hak isteyenin hakkını verin, baş kaldıranın başını kesin.” Özetle Osmanlı medeniyeti denince Osmanlı nezaketi, Osmanlı vakuru, Osmanlı ahlakı akla gelen ilk başlıklardır. Bu şu şekilde de açıklanabilir: Osmanlı ordusu fethettikleri topraklarda dil ve din ayrımı yapmadan insanlara eşit davranırken oradaki zeki çocukları ayırıp, medreselerinde okutup, paşa, vezir ve kaptan yapıp onlardan en iyi şekilde istifade ediyordu. Buna ‘Devşirme Sistemi’ deniyordu. Sarayda ve medreselerde okutulan bu çocuklar Osmanlı ahlakı ve terbiyesi ile yetişiyor Osmanlı vakuru, Osmanlı ahlakı ve Osmanlı nezaketini dünyaya gösterip öğretiyorlardı. Osmanlı medeniyeti ayrıca saygı medeniyeti idi. Bu mahallede toplum içinde alışverişte, komşularla ilişkide kısacası hayatın her alanında kendini gösterirdi. Medeniyet kelimeler üzerine inşa edilmemiş , güzellikler hayatın bütün safhalarına işlenmiş ve yaşanmıştır. Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü oluşu toplumun huzur ve barışı ile doğrudan irtibatlıdır. Biraz da Osmanlı’da aile yapısına bakalım. Osmanlı medeniyeti zira ilk ailede başlar ve bu giderek toplumu etkilerdi. Osmanlı’da aile dediğimizde bugün ki çekirdek aile aklımıza gelmesin. Çünkü büyük konaklarda yaşayan orta halli bir aile şu bireylerden oluşurdu: anne, baba, babaanne, dede, amca, dayı, anneanne, çocuklar, gelinler, damatlar. Yani kısaca on iki kişi bir konakta sessizce yaşar
giderlerdi. Babaanne torunlarına çeyizlik hazırlar, dede elinde Kur’an her daim Allah’ı zikreder, evin annesi evin günlük ihtiyaçlarını temin eder, baba akşama kadar çalışır eve yorgun döner çocuklar ile biraz oynar ve gece olunca herkes uykuya dalardı. (Düşünsenize bu evde mutsuz olunması imkansız gibi bir şey)

Evin duvarlarında ”Ya Hafız”, ”Ya Malikel Mülk” yazar. Bazı evlerin giriş
kapısında ise Derviş Yunus Emre’nin şu güzel mısrası yer alırdı: ”Mal sahibi
mülk sahibi hani bunun ilk sahibi. Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan.” Mahalleler içtimai birer mektepti. Güzel Ahlak ve edebin estetiğe dönüştüğü yerlerdi. Ahşap evlerin ve arnavut kaldırımların olduğu dar sokaklar, yüksek duvarların çevirdiği bahçeli güngörmüş evler…

Osmanlı sokaklarında dolaşırken o güzelim ahşap cumbalı evlerin pencerelerinde çiçekler görünürdü. Onlara da çeşitli manalar yüklenmişti. Mesela pencerenin önündeki sarı çiçek ”Bu evde bir hasta var. Lütfen gürültü yapmadan sessizce geçin.” manasına gelmekteydi. Çiçek kırmızı ise ”Bu evde evlenme çağına gelmiş genç kızımız var. Sakın ola kötü bir söz söyleyip kızımızın gönlünü incitmeyin.” demekti. Tabi ki evlerin kapı tokmaklarından bahsetmezsek olmaz. Osmanlı evlerinde iki çeşit kapı tokmağı olurdu. Kalın olan ve ince olan. Kalın olan erkekler için ince olan
ise kadınlar içindi. Yani kapı ince olan tokmakla çalınırsa kapıyı evin hanımı, kalın olan tokmakla çalınırsa evin beyi, oğlu veya akrabadan erkek olan bir birey kapıyı açardı. Böylece mahremiyet korunmuş olurdu. Osmanlı medeniyeti ve ahlakı esnaf teşkilatı dediğimiz “Ahilik Teşkilatı’nda” da en üst seviyede idi. “Ahi” Arapça’da “kardeş” demekti. Samimiyet, iyilik yapmak, geçimli olmak, dürüstlük, büyüklere hürmet, iyi kalplilik ve içtimai tenasül bu teşkilat mensuplarının ölmez düsturlarıydı. Pirleri Olan Nasıruddin Ahi Evran müridlerine 6 esası tavsiye ederdi. Bunlar:

1) Elini Açık Tut
2) Sofranı Açık Tut
3) Kapını Açık Tut
4) Gözünü Bağlı Tut
5) Dilini Bağlı Tut
6) Belini Bağlı Tut

Sabah dükkanlar besmele ile açılır, eğer çarşı bedestenli ise ‘Dua Kubbesi’
altında dua edilir ve her dükkan sahibi dükkanının başına geçer tüm komşu dükkanlara hayırlı işler dilerdi. Özetle bu makalede anlatmaya çalıştığımız Osmanlı medeniyeti ve ahlakı. Elbette makaleye sığmayacak kadar uzun ve çok detaylıdır. Biz burada fazla detaya girmeden Osmanlı medeniyetini anlatmaya çalıştık.

Bundan çıkaracağımız dersler: Bugün nasıl bir medeniyet içerisindeyiz? O gün Osmanlı şartlarında nasıl bir ahlak ve medeniyet yaşanmış? Bu şartları kıyaslayıp, güzel örneklerini alıp kendi yaşantımıza tatbik etme şansına sahibiz.

Kaynaklar:

Halil inalcık (Osmanlılar S:252)
Semiha Ayverdi (Türk Tarihinde Osmanlı Asırları cilt1 Damla Yayınları)
Yunus Emre Divanı (1001 Temel Eser MEB)
Haluk Sena Arı (Osmanlıda Aile Hayatı Nesil Yayınları)
Nidayi Sevim (Medeniyetimizde Toplumsal Dayanışma ve Sadaka Taşları)

YAZAN: İmran İÇEN

Vesile Dergi Sayı 9

Ocak 2022