Kur’an-ı Kerim eğitimi konusunda hem eğitimciler, hem veliler olarak kendimizi geliştirebilmek için yüksek imkanlar bulabildiğimiz, bu imkanların bize yaşattığı aydınlanmalarla bu eğitimi en güzel nasıl verebiliriz bilinci ve gayretini zirvelerde yaşadığımız bir dönemdeyiz Elhamdülillah.
Kalıplaşmış yöntemlerimizin dışına çıkıp farklı noktalardan bakış açıları
yakalayıp kendi bünyesinde dahi bunu değerlendirip, geliştirmeye çalışan
meslektaşlarımın sayısı gün geçtikçe o kadar çoğalıyor ki bu beni çok mutlu ve onurlu ediyor. Aslında ufku bastırılmaya çalışılan bir nesil gönül toprağında köklerini beslediği ağacın dallarını yeryüzünde yeşertebileceği her noktaya uzatıyor diyebiliriz. Eğitimin sadece öğretmek ve ezberletmekten ibaret olmadığını anladığımız altın bir çağda ilerlediğimizi düşünüyorum.
Çocuğun zihnine giden yol oyundur. Bir bireyin değerlerini oluşturabilmesi ve inancını sağlam temellere oturtabilmesi için en önemli dönemi tabii ki anne karnında başlayıp 6 yaşına kadar uzanan serüvende gizlidir. Ben bu yazımda 4-6 yaş dönemini kapsayan serüvenden bahsedeceğim.
Öncelikle verilmek istenen eğitim hangi dalda olursa olsun en önemli konu öğrencinin eğitimciye sevgi duymasıdır. Bildiğimiz üzere çocuklar sevdikleri kahramanlardan gördükleri, duydukları, algıladıkları her şeyi sünger gibi emer. Biz onlara bu konularda bir şeyler öğretme gayretinde bulunmadığımız halde bir bakarız ki sevip benimsedikleri bu kahraman hakkında birçok bilgileri olur, onları taklit ederler ve onlar gibi olmaya çalışırlar. İşte bizim yakalayıp, oluşturmamız gereken sevgi tam da böyle olmalı. Bunun için değerlere ve eğitim boyutuna zeval getirmeden her şeyi onunlaştırabilme gayretimiz bir eğitimci için oldukça verimli ve çocuğun sevgisini kazanabilmek için elverişli olacaktır. Bu sevgiyi oluşturabildiğimiz taktirde, çocuğa vermeye çalıştığımız eğitim yolunda, öğrencinin hissettirdiği hâl dili ve kâl dili ile öğrenmek için merakını ve algılarını harekete geçirmiş bir öğrenci görürüz. Böylelikle kat etmemiz gereken merdivenin en önemli basamağını aşıp 2. kademeye geçmiş oluruz.
Bu basamağın konusu ise öğrenciyi tanımaktır. Bir sınıfta farklı algılara, farklı öğrenme hızlarına sahip, farklı tekniklere cevap veren 15-20 öğrenciye tek düze yöntemle eğitim sunmak öğrenci açısından bıkkınlık, isteksizlik doğururken eğitimci açısından ise ihtiyaç olandan daha fazla zaman harcamasına sebep olacaktır. Bu yüzden dokunsal, duyusal, işitsel ve görsel yönden zengin farklı oyunlar ve teknikler ile yola çıkılmalıdır. Eğitimci bu yolda ilerlerken zamanla hangi öğrencisinin algısının hangi tekniğe cevap verdiğini keşfedecektir. Öğrenme hızları arasındaki farklılıkları gözlemledikten sonra artık bireysel olarak tanıdığı öğrencileri arasında gruplandırma aşamasına geçecektir. Burada “Neden gruplandırma?” sorusunu cevaplandıralım. Farklı öğrenme hızlarına sahip olan öğrencilere toplu olarak tek düze bir hızda eğitim sunduğumuzu düşünelim. İlk olarak kendimizi öğrenme hızı çabuk kademe atlayan bir
öğrencinin yerine koyalım: “Öğretmenimiz (konuyu hâlâ anlayamamış, öğrenememiş arkadaşlarım için) aynı şeyleri sürekli tekrar edip duruyor, çok sıkıldım, artık aynı şeyleri dinlemek” istemiyorum.
Öğrenme hızı, kademeleri art arda almaya aç olan öğrenci böyle bir sistemle kendisini yavaşlatır, pasifleştirir ve ne yazık ki zihnini öğrenmeye kapatabilir. Peki ya tam tersi derslerinde hızlı ilerleyen, öğrencilerine göre yol alan bir öğretmenin öğrencisi olursak ve bizim hızımız buna uygun değilse ne düşünürüz.
Arkadaşlarım ne güzel anlıyorlar ama ben… Ben niye anlayamıyorum? İşe “yaramaz, beceriksiz bir öğrenciyim ben.”
Halbuki ihtiyacı olan tek şey daha yavaş, sindire sindire, algılarını harekete geçirecek oyunlar seçilerek ilerleyebilmek. İşte bu yüzden sınıf dersleri
uygulamaktan ziyade gruplandırmayı çok daha kıymetli buluyorum. Yalnız bu gruplar asla seviye farkı ifade eden isimlerle tanımlandırılmamalıdır. Arılar, kelebekler, çiçekler grubu gibi ifadeler kullanmak doğru olacaktır. Öğrencileri hızlarına ve algılarına göre gruplandırdıktan sonra ilerleyen zamanda ara ara önde olan bir öğrenci ile arkada olan bir öğrenciyi eşleştiren etkinlikler düzenlemek, öğrenciler arasında birbirine faydalı olma, azmetme, yardımlaşma gibi duygularını da perçinleyerek güzel ve olumlu farklılıklar katacaktır.
Öğrencilerimizi tanıyıp onların özelliklerine ve bireysel farklılıklarına göre eğitim düzenimizi oturttuğumuzda 3. basamakta ne tür oyunlar sunmamız gerektiğine çok daha kolay karar verebiliriz. Sunduğumuz oyunların ve oyuncakların duyulara hitap etmesine özen göstermeliyiz. Çünkü her öğrencinin öğrenme sürecine hitap eden duyu yoğunluğu farklıdır. Öğrenme sürecinde olan çocuk bunu karşılayabilme noktasında duyusuna en yoğun cevap verebilen materyal ile ilgilenir. Eğitimciye düşen doğru seçimler sunup öğrenciyi iyi gözlemlemektir. Böylece öğrencinin zihnine giden oyun türü “Dokunsal mı?”, “İşitsel mi?”, “Görsel mi?” çok rahat anlayabilir ve öğrenciye sunacağı oyun çeşitliliğini ilgi duyduğu duyu alanında geliştirebilir. 5 yıl kadar önce uzunca bir süre Montessori eğitim felsefesi ile ilgilendim. Eğitimini aldım. Bu eğitimin ana temel felsefesini benimseyip uygulama konusunda bazı kısımlarını hem kültürel hem tecrübe ettiğim durumlara dayanarak, eleyerek öğrencilerime sundum. Aslında benim metodum bir nevi faydalanıp harmanlamak oldu. Buna bir örnekle açıklık getireyim: Montessori eğitim materyalleri öğrencinin kendi hatasını bulup düzeltmesi doğrultusunda hata kontrolü yapabilecekleri ayrıntılar barındırır. Fakat derslerimde öğrencilerimin bu ayrıntıları hata kontrolü için kullanmaktan ziyade hazırcılık için kullandıklarını gözlemledim. Bu yüzden tasarladığım materyallerden hata kontrolü özelliğini kaldırdım.
Hiçbir eğitime negatif yaklaşma taraftarı değilim. Aksine değişik yaklaşımlara, farklı eğitim metodlarına her zaman ilgi duymamız gerektiğini düşünüyorum. Yenilikleri bünyemize dahil edip sorgulayıcı kimliğimizi kaybetmeden, bu yolda edindiğimiz tecrübeleri de göz önünde bulundurarak onayladığımız “+”ları kültürel olarak da içselleştirerek eğitimimize dahi etmeliyiz. 10 yıllık eğitim ve 5 yıllık materyal tasarımı tecrübelerimle son olarak değinmek isterim ki öğrencilerimizle ortak noktalarda buluşabilmek için sürekli değişen dünyaya ayak uydurmak zorundayız. Farklılıklara açık olup hiç durmadan kendimizi yenileyebilmemiz gerekiyor. Hakkı ile Kur’an-ı Kerim öğreticisi olabilmek için sadece Kur’an okuyabilme yeteneği kazandırma gayesinde olmayalım. Daha geniş hedeflerle bu gayeyi güzelleştirelim. Ne demiştik? “Çocuğun zihnine giden yol oyundur.” Öyleyse bol oyunlu, keyifli, verimli, eğitim-öğretim yılları ile dolsun anılarımız efendim. Selametle…
YAZAN: Fatma BİLİR
Vesile Dergi Sayı 9
Ocak 2022