KALO BABA

Şehit Topçu Üsteğmen Muhammed Ali KALO Suriye Afrin Tel Rıfat’ta şehit düştü. 13 Aralık 2018 tarihinden sonra bizim için hayat durdu, evladımız gitti ve bir daha geri dönmedi. Bize kalan tek şey ise hatıraları oldu fakat o hatıraların da bizi avuttuğu söylenemez, sadece anlık ve saniyelik iç soğumalarıyla onsuz geçen iki buçuk yılı yaşamaya çalışıyoruz. Bizler şehidimizle alakalı çok şey yazdık ve söyledik fakat bizler için yeniden başa dönmek inanın çok zor. Çünkü ortada bir evlat, şehit ve vatan bekçisi var. Evladımızın acısını her defasında topyekün katmer katmer yukarı çekmiş oluyoruz ve tekrar tekrar yaşıyoruz.

Şehidimiz 1993 yılının Nisan ayında dünyaya geldi. Kan uyuşmazlığı nedeniyle düşen evlatlarımızın akabinde doktorlar şehidimiz için de “Düşer.” demişlerdi ama insanı ölümden eceli korurmuş düşmedi ve dünyaya geldi. Dünyaya geldiği ilk andan itibaren farklı bir evlat olduğu belliydi zaten. Doğum olduğunda ve kucağımıza verdiklerinde o kadar temiz, sessiz, güzeldi ki… Nisan aynının 1’inde şaka gibi girmişti hayatımıza. İlk gün hemşireler “Çocuğa iğne yapmamız gerek. Getirir misiniz?” dediklerinde hemşire odasına götürdüm ve topuğundan iğne yaptılar. Zerre kadar ses çıkarmadı. Ses çıkarmayışına bizler o an “İğne yapıldığını anlamadı.” desekte meğer karekteri, kişiliğiymiş de haberimiz yokmuş. O sessizlik 26 yıl boyunca sürdü. Doğduğundan beri bir gün dahil ağlayıp, haylazlık, yaramazlık yapıp bizi üzmedi. Bu dünyada sessiz yaşadı ve sessizce gitti. Babası olarak bir kez dahil kahkaha atarak güldüğünü, bağırarak konuştuğunu, haykırdığını duymadım. Kızgın olsa dahi sesini yükseltmezdi, biz gözlerinden anlardık. Kahkaha atılara gülünebilecek olaylar karşısında dahil tebessüm ederdi. Öyle ki bizler bağırırken çıkan ses tonu nasıldır bilmeyiz çünü hiç duymadık. Beni çok severdi. Şehidimiz küçükken ben iş seyhatlerine çıktığımda kapının önüne gelirdi “Beni de götür.” diyemezdi de gözlerinden boncuk boncuk yaşlarını akıtır ve sessizce ağlardı. ‘Çocuktur yollarda perişan olur’ diye yanıma almazdım ama keşke alsaydım şimdi ne kadar pişmanım anlatamam. Ona dair ne yaşadıysak, bir evlat olarak bizlere ne yaşattıysa keşkelerle anıyor ve böyle yaşıyoruz. “Yokluğunun dumanı tütüyor.” derler ya aynen öyle hepimiz eksiğiniz ve hepimizin gözlerinde yokluğunun dumanı tütüyor. İlkokula başlamadan zekasını keşfetmiştik. 4 evladım var ve hepsi birbirlerinden zeki ama Muhammed Ali bambaşkaydı. Hangi sayıyı söylersen söyle hemen aklından çarpar, böler, toplar, çıkarır cevabını verirdi. Muhammed Ali’yi anasınıfına gönderdiğimizde kırmızı önlük giyerdi, yakalığı beyazdı ve üzerinde de okulun logosu değil ay yıldız vardı. O önlük sanki ileriki yaşamında ne için can vereceğini anlatmış gibiydi. Bugünün gözüyle değerlendirince meğer tüm hayatı şehitlik üzerine devam etmiş de anlamamışız. Geleceği görme gibi bir kehanetimiz olmadığından o günler bizlere hep dünya hali gibi geliyordu ve gelişigüzel yaşadığımızı sanıyorduk ama meğer öyle değilmiş. İlkokul, ortaokul derken şehidimiz 14 yaşına geldiğinde askeri lise sınavlarına hazırlık yapıyordu. Sülalemizde asker kökenli çok akrabamız vardı ve şehidimizden 2 yaş büyük abisi de askeri okulda okuyordu bu sebeple hiç zorlanmadı. Heyecanı, adrenalini ve sporu seven bir insandı. Kendisini hep ilerde, savaşın öncülüğünde görüyordu ve hayatını ona göre şekillendiriyordu. Yaklaşık 92.000 öğrencinin katıldığı sınavda şehidimiz asil üyelerden 72. sıradaydı yani 92.000 öğrenciden 72. olmuştu. (Ben şehidimize hep “Kara oğlum.” derdim.) O gün 72. olduğunu söyleyince “Kara oğlum bak 92.000 öğrencinin içerisinde 72. oldun biraz daha çalışsaydın 1. olabilirdin.” demiştim. O da herzamanki mütevaziliğiyle “Baba ben çalıştım ama onlar benden daha iyiydi.” diye cevap vermişti. Hiçkimsenin hakkını yemezdi. Bu sözü de diğer öğrencilerin haklarını yememek için söylemişti. Ama ben yine söylüyorum Muhammed çok zeki ve çalışkan bir evlattı. Biraz daha çalışsaydı gerçekten 1. olurdu. Velhasıl Askeri Okulu kazandı. Biz İstanbul’da Kuleli Askeri Lisesi’nde okur diye düşünüyorduk ama ayrılığın vakti gelmiş bilemedik. Evden çıktığında 14 yaşında bir çocuktu ve ilk defa bizden bu kadar uzaklaşacaktı. Bursa Işıklar Askeri Lise’sine davet edilmesinin ardından eğitimine başladı. Bizim için çok zordu. Hele ki onu bırakıp eve döndüğüm gece çok zordu. O gece eve döndüğümde saatlerce ağlamış ve kendime “Küçücük bedene çok ağır sorumluluklar yükledin. Daha bu yaştaki evladını götürdün silah altına verdin.” demiştim. O kadar küçüktü ki verdikleri silah oğlumun boyuna denkti. Bir yandan üzülmüştüm ama bir yandan da gurur duyuyordum. Bu vatan, bayrak, din ve ezan için iki bilinçli evlat yetiştirip asker ocağına uğurlamıştım. Bursa Işıklar Askeri Lisesi’nde 4 yıl okuyacaktı fakat o günlerde Işıklar Askeri Lisesi’nin pozisyonun askeri bir kararla sadece havacı öğrencilere ayrıldı. Karacı olan öğrenciler İzmir Maltepe Askeri Lisesi’nde toplandılar. İlk sınavdan sonra her öğrencinin hangi sınıfta istihdam edeceği belli oluyordu ve Muhammed Ali karacı seçilmişti. Biz 2 saatlik mesafesi olan yola gönül burkarken şehidimiz 10-11 saatlik mesafeye gitmiş, bizden biraz daha uzaklaşmıştı. Işıklar Askeri Lisesi’nde geçen 2 senenin ardından Maltepe Askeri Lisesi’nde 2 sene daha okuyup mezun olacaktı. Bir gün veli toplantısı oldu ve tüm veliler İzmir’e davet edildi, ben de gittim. Evladımı gördüm, hasret giderdim ve veli toplantısına katıldım. Toplu konuşmalar, değerlendirmeler derken Bölük Komutanı yanıma gelip “Abim sizinle özel olarak biraz konuşabilir miyiz? Muhammed Ali hakkında.” dedi. (Aslında onlar ismini söylemez KALO derlerdi ve bizimle de KALO diye konuşurlardı.) “Tabii komutanım konuşalım.” dedim ve odasına geçtik. “Abim, KALO evde nasıl?” dedi. “Hayırdır komutanım bir sorun mu var, bir aksilik mi yaptı?” dedim. Şehidimizin aksi bir davranışta bulunduğunu düşünmüştüm. “Hayır.” dedi. “Derslerinde mi bir sorun var?” diye sordum. “Yok.” dedi. “Sorun nedir komutanım?” diye sorduğumda ise “Aksine Muhammed Ali her konuda çok başarılı. Dersleri, askeri yeteneği, sporu, kurallara uyumu vs. zerre kadar sorun yaşamıyoruz ama çok sessiz.” dedi. Ben de “Komutanım ben de olumsuz bir şey söyleyeceksiniz diye korktum. Muhammed Ali’nin sessizliği normaldir. O doğuştan öyledir. Çok fazla konuşmaz, haylazlık, yaramazlık, aşırılık yapmaz.” dedim. “Aynen öyle. Bir şey sorar isek yanıt alıyoruz sormaz isek ağzından zerre laf çıkmıyor.” dedi. “Komutanım Muhammed Ali budur. Herhangi bir hastalık, aksilik veya farklı bir şeyi yoktur.” dedim. Yıllar geçti ama Muhammed Ali bu istikametini asla bozmadı. 100 disiplin puanıyla askeri liseyi bitirip Kara Harp Okuluna geçiş yaptı. Velhasıl İzmir yılları geçmiş Ankara yılları başlamıştı. 4 yıllık eğitimin ardından Ankara Kara Harp Okulu’nu da üstün dereceyle bitirmişti ama şehadete eriştireceğine inanarak istediği iki şey olmamıştı. Bunlardan biri Özel Kuvvet olmak diğeri de Piyade olmaktı. Özel Kuvvet olmak için okulun pentatlon parkurunun birincisi, mekik, şınav ve koşunun da önde olanlarındandı. Ama maalesef istediği olamadı. Özel Kuvvet olmak ve Komanda Brövesi almak için Isparta Eğirdir’de Komando Eğitimi’ne katıldı, bütün dalları geçti fakat alması gereken doktor raporundan geçemedi. Hiç bilmediğimiz bir hastalığı vardı ve bunu alamadığı o rapor sayesinde öğrenmiş olduk. Hastalığı aşırı spordan kaynaklanan kalp büyümesiydi. Kalp kapakçığı üfleme yapıyordu. Bu üfleme sebebiyle doktor izin vermedi ve komanda eğitimini tamamlamasına rağmen Bröveyi alamadı. Özel Kuvvet yolu bu şekilde kapanmış oldu. Geriye Piyade olmak kalmıştı. (Kara Subayları Harp Okulu bitiminde bütün askerlere bir seçim yaptırırlar, isteyen öğrenci istediği sınıfı sırasıyla yazar ve atama gerçekleşir. 7 sınıf vardır. Bunlar: Tankçı, topçu, piyade, muharebe, ulaştırma, jandarma vs. Bu seçim mecburi bir seçimdir ve mutlaka biri seçilmelidir.) Şehidimiz ilk sıraya çoğu kişinin olmak istemediği Piyade (çünkü piyade savaşın en önünde, ilk cephede, her daim tetikte ve her daim ölümle burun buruna olan bir sınıftır.) sınıfını, son sıraya ise Topçu sınıfını yazıyor. Bir süre sonra eve geldiğinde hanımıyla (o sırada sözlüydüler) konuşmuşlar. Hanımı “Muhammed Ali bu seçtiğin sınıflardan hangisi savaşta en ön sırada ve hangisi savaşta en arka sırada?” diye sormuş.

Şehidimiz “Piyade en önde, Topçu en arkada olan.” demiş. Hanımı “Ama sen ilk sıraya piyade son sıraya topçu yazdın. Bunun sebebi nedir?” diye sormuş şehidimiz ise “Ben oraya rahatlık olsun diye gitmiyorum. Alacağım maaşı hak etmek istiyorum. Eğer şehit olacaksam da bundan başka şansım yok.” demiş. Sonuçlar açıklandığında Kuvvet, Muhammed Ali’yi ilk sıraya yazdığı piyade olarak değil de son sıraya yazdığı topçu subayı olarak mezun etti. Şehidimiz çok üzüldü. İlk olarak bizle değil de hanımıyla konuşmuş ve o sırada hanımına “Bak gördün mü beni topçu subayı yaptılar. İstediğim sınıfa seçilmedim.” demiş. Hanımı onun bu üzüntüsünü görünce “Muhammed Ali üzülme. Bak belki de böylesi daha hayırlıdır.” gibi sözlerle şehidimizi teskin etmeye çalışımış. Şehidimiz “Ben iyi bir kul olsaydım bana piyade gelirdi. Demek ki ben iyi bir kul değilim. Ben iyi bir kul olsaydım seçilirdim.” demiş. Şehit olmak için sanki sadece Özel Kuvvet veya Piyade olmak zorundaymış gibi hissediyordu ama Allah ona şehitliği topçu sınıfı ile nasip etti. Allah’ın dilediğinin önünde hiçbir güç, engel veya kuvvet duramaz. Şehidimiz en önde savaşmak ve bu şekilde şehit olmak istiyordu. Rabbim ona bu imkanı verdi. Şehidimiz Zeytin Dalı Harekatı’na katılıp topçu subayı olarak birliğinin komutasını üstlendi.

Vesile Dergi Sayı 5

Eylül 2021