“… Kimse bir diğerinin ne derdi olduğunu bilemez. İnsanlar bizi, bizim kendimizi onlara anlattığımız ölçüde bilebilirler. Nasıl ki bir apartmanda birçok daire var ve o birçok dairenin kendi kapısı var, o kapı kapatıldığı zaman içeride neler olup bittiğini bilmiyoruz, biz insanlar için de bu geçerli. Bizde kapılarımızı kapattığımız zaman içimizde neler olup bittiğini, ne fırtınalar koptuğunu kimse bilemez. Ya da evlerin pencerelerindeki perdeler çekildiği zaman içerisini göremeyiz değil mi? Biz insanlar için de aynı şey geçerlidir. Mesela beni sadece öğretmen olarak tanıyor ve biliyorsunuz ancak benim özel hayatımda nasıl birisi olduğumu yahut hangi sıkıntılarımın olduğunu bilmiyorsunuz çünkü ben burada kendimi size bir şeyler öğreten öğretmen olarak tanıtıyorum. Ya da sen benim bildiğim kadarıyla burada derslere girmekte olan bir öğrencisin ve birtakım problemler yaşamakta olduğunu ve bu problemlerin ne olduğunu bana anlattığın kadarıyla öğrenmiş oldum. Yani her birimizin birtakım dertleri muhakkak var ki zaten olmama gibi bir şansı da yok çünkü imtihan dünyasındayız. Hatta kendi derdimizi o kadar büyük bir dert olarak görüyoruz ki karşımızdaki kişinin derdi yokmuş gibi yahut basitmiş gibi geliyor bize fakat herkesin derdi kendine ve dolayısıyla da herkesin mücadelesi kendine. Ancak burada şuna dikkat etmeliyiz ki Allah hiç kimseye gücünün yetmediği yükü yüklemez yani eğer sana ya da bana herhangi bir dert yüklediyse, verdiyse bizim o derdi kaldırabileceğimizi bildiği için vermiştir. Düşün ki senin derdini bana vermiş olsaydı belki de bana o dert çok ağır gelecekti ya da benim derdimi sana vermiş olsaydı benim derdim sana çok basit gelecekti ve bu dengeyi bizi en iyi tanıyan varlık olan Allah biliyor. Yani diyebiliriz ki Allah dağına göre kar verir. Şu an senin derdin her ne kadar sana ağır geliyor olsa da bilmelisin ki Allah o derdi sana seni herkesten iyi tanıdığı ve o derdi kaldırabileceğini bildiği için vermiştir. Tabii şu da var dua her kapıyı açar ve dua etmek bizi Allah’a yakınlaştırır. Dertlerimize dert olarak değil de dua etmemize vesile olan olaylar olarak bakarsak nasıl bir yol izleyeceğimizi bilmiş oluruz…” demişti bir hocam. Aslına bakılırsa yukarıdaki söylemlerin üzerinden yıllar geçti lakin bu söylemler benim zihnimden ve yüreğimden geçmedi. Neden biliyor musunuz? Çünkü yukarıdaki söylemlerde iman, tecrübe ve içtenlik var. Hep diyorum İmam Hatip Lisesi’nde okumuş olmak benim için muazzam bir lütuf oldu. Yani klasik tabirimle hayatımın Rönesans’ı oldu. Çünkü yürek buhranıma başka türlü merhem bulmam mümkün olamazdı. Lise dönemimin benim için her açıdan geçiş dönemi olduğunu rahatlıkla belirtebilirim. Zira ergenlik dönemine bir de görme problemim eklenmişti ve bu katlanılması hakikaten çok güç bir durum. Şöyle düşünün: o zamana dek rahatlıkla yapabildiğiniz şeyleri yavaş yavaş yapamaz hale geliyorsunuz. Örneğin önceden rahatlıkla doyasıya kitap okuyabiliyorken bir anda okuyamıyorsunuz. Ya da önceden rahatlıkla yürüdüğünüz yolları bir anda yürüyemiyorsunuz. Bir hayli zor bir durum. Ergenlik döneminin hani o kendi kendine triplere girme özelliği vardır ya bir de buna özel durumunuz eklenince yerli yersiz ağlama seansları da kaçınılmaz oluyor. İşte o vakitlerde inancınız devreye giriyor. Bu noktada öğretmenlerimin desteğini asla unutamam.
Bizler özellikle de yolun henüz başındayken parmağımıza iğne batsa parmağımız koptu zannediyoruz ve inanılmaz tepkiler verebiliyoruz. Oysaki hayatta parmağına iğne batan tek kişi biz değiliz. Yani her parmağına iğne batan kıyametleri kopartacak olsa ne olurdu halimiz? Ya da hayattaki tek acı iğne batması mıdır sahi?
Mevlana’nın özellikle üniversite sınavında sorulduktan sonra daha bir meşhur hale gelmiş olan “Hamdım, piştim, yandım.” sözünü yaşayarak daha iyi algılıyoruz sanırım. Zira yaşadıkça iğne batmasının öldürmediğini , hayatta daha başka acılar olduğunu ve en önemlisi de her şeyin bizim başımıza gelmediğini görüyoruz.
Tüm bu süreçlerde kişinin inancı çok önemli. Zira kişi inancını tutunacak bir dal olarak algılıyor ve inancı onun için kolaylaştırıcı oluyor. Yukarıda da belirtmiş olduğum gibi inanç kavramını belirli bir kalıba sokma taraftarı değilim ,farklı inançlara mensup kişileri göz önüne getirdiğimde, lakin bana bu noktada inancım olan İslamiyet’in her yönüyle iyi geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim. İmam Hatip Lisesi’nde okumuş olmak ve inanç hususlarını birbirine bağlayacak olursam ise şöyle ki: inancımdan dolayı yüreğime merhem olan şeyler ayet ve hadisler oldu. Ayet ve hadisleri de en güzel şekilde bana sunan kıymetli öğretmenlerim oldu.
Bizler gelişigüzel bir hayat yaşarken ve kendimizi bu hayata kaptırmış vaziyetteyken yaratılış gayemizden uzaklaşıyoruz ve parmağımıza iğne batsa bile bunu adeta küçük kıyametimiz olarak algılıyoruz ancak ilerleyen zamanlarda hayat yani yaşadıklarımız bize bunun öyle olmadığını öğretiyor. Bu ilerleyen zamanlar bazılarımız için epey geç bir vakte tekabül ediyor bazılarımız için ise hemen gelip çatıveriyor ancak burada epey geç ifadesi dahi beşer bir tabir olarak karşımızda duruyor çünkü vakti her şeyi göz önüne alarak en iyi şekilde planlamış olan bir yaratıcımız var.
Uzun lafın kısası toparlayacak olursak her canlının bir yaratılış gayesi vardır ve bu gayeden uzaklaşmak arayışı beraberinde getirmektedir. Bu öyle bir arayıştır ki kişi çıkmaz sokaklara, adalara bazen de gül bahçelerine rastlar. Lakin mühim olan ilahi ipi kavrayıp onu bir daha bırakmamak üzere sıkı sıkı tutmaktır.
YAZAN: ZEYNEP EROL
Vesile Dergi Sayı 10
Şubat 2022