II. ABDÜLHAMİD DONANMAYI HALİÇ’TE ÇÜRÜTTÜ MÜ?

II. Abdülhamid ile ilgili yapılan değerlendirmelerde ilk planda söylenegelen ve çok da taraftar bulan bir söylem vardır. O da Abdülhamid’in donanmayı Haliç’te çürüttüğü şeklindedir. Bu konu dönemin şartları göz önünde bulundurulmadan tam olarak açıklığa kavuşturulamaz. II. Abdülhamid’in “Donanma eğer kontrol altında değilse bir darbeye karışabilir veya alet olabilir.” şeklinde düşündüğü kesindir. Çünkü bu duruma bizzat şahit olmuş, Sultan Aziz’i tahttan indiren 1876 darbesinde donanmanın oynadığı rolü görmüştür. Bu anlamda donanmaya karşı bir çekincesi olması çok da şaşırtıcı değildir. Fakat 33 yıllık bir iktidar süresince Haliç’te çürüyen gemilerden söz edilmesi veya “Donanmaya hiç yatırım yapılmadı, hiçbir gemi satın alınmadı.” tarzında yaklaşımlar gerçeği yansıtmaz.

Öncelikle II. Abdülhamid’in tahta geçişinin ilk günlerinde Tersane’ye giderek yaptığı konuşmayı tekrar hatırlamak gerekir: “Kaptan Paşa, paşalar, beyler, bir deniz ülkesi olduğumuz için donanmamızın muntazam bulundurulmasına ihtiyacımız malumdur. Mevkiimizin ehemmiyeti ve sahillerimizin genişliği bu ihtiyacı çoğaltmaktadır. Binaenaleyh heyetimizin başlıca kuvvetleri arasında yer alan bahriye gücümüzü geliştirmeye çalışmalıyız. Çünkü deniz kuvvetini arttırmanın bir nihai noktası yoktur. Zamanın gerektirdiğine ve teknolojideki gelişmelere bağlı olarak değişikliklere uğramaktadır. İş bu değişiklikleri dikkate alarak bunlardan bütünüyle faydalanmayı hedef olarak belirleyelim. Deniz kuvvetlerimizin emir ve subaylarının yetiştiği yer olan Bahriye Mektebi’ni, tedrisatını geliştirip düzenli hale getirelim. Devletimizin mali harcamalarının önemli bir kısmı şimdiye kadar donanmamızın tanzimi için sarf edilmiştir. Harcanan bu meblağların semeresiz kalmaması için gemilerin iyi kullanılıp iyi halde bulundurulması pek itina edilmesi gereken meselelerdendir. Heyet-i Bahriyemizin bütün fertleri şu tavsiyeyi uyguladıkça vatana en güzel hizmeti yapmış olurlar. Şimdiye kadar gösterilmiş olan gayretlerden dolayı etmiş olduğum takdir ve teşekkürün sebeplerini arttırmış olurlar.” Öncelikle 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonucunda Rusların Osmanlı donanmasına el koyma istekleri karşısında yeni tahta geçmiş bir padişah olarak II. Abdülhamid nasıl bir tavır almıştır? Buna bakmak lazım. II. Abdülhamid padişah olduğunda donanma 24 vapur, 6 zırhlı fırkateyn, 9 zırhlı korvet, 7 zırhlı duba, 4 ahşap kalyon, 6 ahşap fırkateyn, 7 ahşap korvet, 6 ahşap navi, 5 ahşap uşkuna, 4 ahşap ganbot, 55 nakliye gemisi, 10 tarak dubadan meydana geliyordu. Bütün hepsindeki toplam top sayısı 763 olup, mürettebat 15.000 kişi idi. Bunlar arasında özellikle Sultan Aziz döneminde satın alınmış zırhlı fırkateyn ve korvetler işe yarar vaziyetteydiler. Ahşap savaş gemileri ile nakliye vapurlarından 19’u uzun süre aralıksız asker ve mühimmat naklinde kullanıldığında kazanlarının yenilenmesi gerekiyordu. Aksi takdirde devre dışı kalacaklardı. Görüldüğü üzere Sultan Aziz’den devralınan donanma sözü edildiği gibi dünyanın ikinci büyük deniz gücü niteliğinde değildi. Esas olarak da bir donanmanın güçlü olması mevcut gemi sayısı ile değil ne derece etkili olduğu ile ölçülür.

Biliniyor ki; Sultan Aziz’in donanması 93 (1877-78) harbinde pek varlık gösteremedi. Bununla beraber harbin sonunda Ruslar Osmanlı donanmasına el koymak istemişlerdir. Bu aşamada II. Abdülhamid buna şiddetle direnmiş ve donamayı Ruslara teslime kesinlikle yanaşmamıştır. Sonuçta hedefine ulaşmış ve donanmayı teslim etmemiştir. 1880’li yıllarda donanmanın modernizasyonuna yönelik yazışmalar yapılmışsa da bunların çoğundan sonuç alınamamıştır. Bu anlamda Sultan Hamid, donanmanın ıslahı ve teçhizi, kazanlarının değiştirilmesi, özellikle zırhlı gemilerin Krupp topları ile teçhiz edilmesi için birçok kereler Bahriye Nezareti’ne emir vermiş olmasına rağmen sonuç beklendiği gibi olmamıştır. Buradaki temel faktör kaynak yetersizliğidir. Bunun yanında donanma faaliyetlerinde ihtiyaç duyulan teknik elemanların çoğu yabancı olup bunların işlerini tam yapmamaları da bu konudaki eksikliğin bir diğer sebebidir. Kaynaklar yetersiz olunca, daha çok, seri, küçük, modern ve ucuz maliyetli savaş gemileri tercih edilmeye çalışılmıştır. Burada da öncelikle Tersane-i Âmire’de inşa edilmeleri fikri ön planda gelmektedir. Bu tarz bir çaba sonucu 1888 yılı ve sonrasında beş kruvazörün Tersane’de inşa edilmesi programlanmış, diğer taraftan Amerika’ya Mecidiye, İngiltere’ye Hamidiye, İtalya’ya ise Drama Kruvazörleri sipariş verilmiştir. Sonuçta 1903 yılında Hamidiye ve Mecidiye hizmete girmiş ama Tersane’de yapılması gereken çalışmalar iptal edilmek zorunda kalınmıştır. Diğer taraftan küçük çaplı torpidobot tarzı gemilere yöneldiği de görülmektedir. Çünkü maliyet anlamında bakıldığında bir torpidobot 20-30 bin liraya mal olurken, birinci sınıf bir savaş gemisini maliyeti 800-900 bin lirayı bulmaktadır. Böyle yüksek bir maliyetin karşılanması da o dönemin şartlarında mümkün değildir. Sonuçta ortaya güçlü olmayan bir donanma manzarası çıkmaktadır. Bu arada 1886 yılında İngiliz Mühendis William Garret’in imal ettiği torpido atan iki denizaltının II. Abdülhamid’in emri ile satın alındığı bilinmektedir. Denizaltılara Abdülhamid ve Abdülmecid isimleri verilmişti. Teknolojik olarak son derece ilkel bir konumda bulunan bu denizaltıların Osmanlı donanmasına herhangi bir katkısı olmamıştır. 1897 Osmanlı-Yunan savaşı esnasında donanma iyi durumda olmadığı için yine yararlı olamamıştır. Bu vesile ile birçok aksaklık görülünce donanmanın ıslahı amacıyla projeler geliştirilmiştir. Öncelikle de güçlü bir donanmaya olan ihtiyaç dile getirilmiştir. Gerek tersanede yeni gemiler yapılması gerekse yurt dışına gemiler sipariş edilmesi şeklinde donanmanın modernizasyonu yolunda çabaların gerçekleştirildiği görülmektedir. Ama ciddi bir handikap her zaman gündeme gelmektedir. O da mali kaynakların yetersizliğidir. Gemilerin satın alınmaları yanında, denize çıkıp askeri tatbikatlar yapmaları çok masraflı bir işti. Teknik personel de yeterli değildi. Burada hemen şu örneği vermek yararlı olacaktır. Özellikle zırhlı ve buharlı savaş gemilerinin kullanıma girmesiyle beraber şöyle bir problemle karşılaşılmıştır. Bunların sevk ve idaresi özel uzmanlık gerektirmektedir ve maalesef Türkiye’de bu işin uzmanları mevcut değildir. Öyleyse kaçınılmaz olarak bu işte ileri gitmiş ülkelerden uzman getirtilecektir. Bu aşamada, 1890 yılında II. Abdülhamid’in İngiltere’ye olan bir serzenişinin farkında olmak gerekir. Esas itibariyle İngiliz politikalarından rahatsız olan padişah bu rahatsızlığını dile getirirken şu örneği de veriyor: “Uzun bir süre önce İngiltere’den dört deniz eğitim subayı göndermesini rica etmiştim. Halen bekliyorum.” İfadeler açık ve net. İstediğiniz kadar savaş geminiz olsun esas olan bunları verimli kullanmaktır. Bu konuda hep sıkıntı çekilmiştir. Zaman zaman bazı uzmanların geldiği de olmuştur. Fakat onların da çok yararlı olamadığı bilinmektedir. Buna rağmen II. Abdülhamid döneminde yeni gemiler satın alınmıştır. Buna göre padişaha mahsus altı gemiden üçü Abdülhamid döneminde satın alınmış, eskiden kalan ikisi de tamir edilmiştir. Dört ahşap ve saç korvetin ikisi Abdülhamid döneminde satın alınmıştır. Beş adet avizonun üçü Abdülhamid döneminde tamir edilmiştir. 21 adet torpido istimbotunun beşi İstanbul’da biri Almanya’da olmak üzere altı tanesi Abdülhamid döneminde inşa edilmiştir. İki adet denizaltı 1886-1887 yılarında hizmete alınmıştır. Üç okul gemisinden Heybetnüma kruvazörü 1890 yılında İstanbul’da inşa edilmiştir. İki adet kruvazör, iki adet ise torpido kruvazörü satın alınmıştır. Sekiz gambotun yedisi Abdülhamid döneminde hizmete girmiştir. 1906 yılında 7 adet daha sipariş verilmiş, bunlar ancak 1913 yılında teslim alınabilmiştir. 34 tarassut vapurundan 14’ü ve 24 torpido geçerin tamamı Abdülhamid döneminde hizmete girmiştir. Bunların yanında Abdülaziz döneminden 7 nakliye gemisi, 18 rükuba mahsus istimbot, 18 tarak dubası, 7 zırhlı firkateyn, 9 zırhlı korvet kalmış olup bunlar da zaman zaman tamir edilmiştir. Donanmanın personel mevcudu 1894 yılı itibariyle 2 müşir, 10.694 harp ümerası ve zabitanı, 4.865 çarkçı ve sanayi sınıfı, 317 sağlık personeli olmak üzere toplam 15.869 kişiden oluşuyordu. Buradan anlaşıldığı üzere 1894 itibariyle personel sayısı Sultan Aziz dönemiyle aynı kalmıştır. 1902 yılında ise personel sayısında önemli bir artış gözleniyor. Buna göre, 4 müşir, 12.070 ümera ve zabit, 6792 çarkçı ve sanayi sınıfı, 318 sağlık personeli olarak donanmanın toplam mevcudu 19. 180 kişi idi. Görüldüğü üzere 1894’e göre personel sayısında önemli bir artış yaşanmıştır. Bunun en önemli sebebi olarak 1897 Yunan savaşında uğranılan hayal kırıklığı üzerine donanmada yeni bir atılım yapma çabasını zikredebiliriz.

Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde savaş gemisi bulundurulmaktaydı. Bunun yanında Bahriye Mektebi öğrencilerinin stajlarını yapmaları açısından faaliyette olan okul gemileri vardı. Sahillerin korunması amacına yönelik olarak devriye gezen gemiler de mevcuttu. Onun dışında ise esas itibariyle II. Abdülhamid askeri yatırımı kara ordusuna yapıyordu. Hesaplarını şuna göre kuruyordu: İleriki bir tarihte Rusya ile çıkabilecek savaşta Türk ordusu müttefiksiz olarak Rusya’yı mağlup etmeliydi. Bunun için kara ordusu güçlü olmalıydı. Kaynaklar yeterli olmadığına göre donanma ihmal edilebilirdi. Diğer taraftan, bu hesapların içinde donanma darbe yapar korkusu acaba ne kadar yer tutuyordu? II. Abdülhamid’in üst düzey bürokratları istihdam etme yöntemine baktığımızda, nazırları kendine sadık kişilerden seçtiği bir vakıadır. Bu anlamda, uzun yıllar Bahriye Nazırı olan Hasan Hüsnü Paşa’yı (1882-1903 yılları arası tam 21 sene) kontrol altında bulundurduğu düşünülürse, donanmanın sarayı bombalayacağı şeklinde bir endişe içinde olmaması gerekir. Dolayısı ile “Donanma Haliç’te çürütüldü.” iddiaları dile getirilirken bu hususların göz önünde bulundurulmasında fayda vardır.

YAZAN: Vahdettin ENGİN

Vesile Dergi Sayı 13

Mayıs 2022