Güzellik kelimesinin kullanıldığı Türkçe’de ki ilk kaynak Dede Korkut. Yani
1400’den de önce. Şöyle seslenmiş: “Göğsü güzel kaba dağlara gün değende”. Kaba, ulu, ulaşılmaz dağların güzel göğsüne vuran ilk gün ışığını anlatmış bize. Demek ki ondan öncesinde de kullanılan bir kelimeymiş.
Günümüzde hala güzellik üzerinde duruyoruz. Güzellik hepimizin öyle ya da böyle konusu oluyor. Ve bu tüm dünyada da böyle olmuş, güzel olmak önemli bulunmuş. Güzellik adeta çirkinlik ile ikiz kardeş. Öyle ya, bir şeye “güzel” deyip diğerine demediğimizde onu aslında “çirkin” bulduğumuzu farkında olmasak da belirtmiş oluyoruz. Buradan da şu noktaya varsak çok abartmış olmayız sanırım: Güzellik bir kıyaslama ifadesi. Öyle ise birçok davranış bilimcinin ifade ettiği bir gerçeğe aykırı düşmüş oluyoruz: Bütün araştırmalar gösteriyor ki; kıyaslamak kötüdür. Kıyaslama meselesine döneceğim, ama ilgilenenlere Umberto Eco’nun iki muazzam kitabını öneririm. Büyük yazar “Güzelliğin Tarihi” ve “Çirkinliğin Tarihi” adlı iki büyük araştırma kitabında bize güzellik kavramının nasıl değiştiğini anlatıyor. Güzel / çirkin dediğimiz şeyler tarih boyunca çok değişmiş.
Kıyaslama konusuna geri döneyim. Galiba güzellik kelimesi farkında olmadan bize dış dünyaya ilişkin bir şey yapmamız gerektiğini söylüyor: Kelimede açıkça olmasa da “başkalarının bizi beğenmesi/takdir etmesi/seçmesi için güzel görünmek” gerektiğine dair bir içerik var sanki.
Bu yüzden de güzelliği başkaları ile ilişki içinde konumlandırıyoruz. En büyük kanıtı ne? Tabii ki moda. Moda size “şu an ya da bu dönemde neyin güzel olduğunu” öğretme çabasıdır. Moda derken de sadece kıyafetten/makyajdan vb. söz etmiyorum. Örneğin kullanılan kelimelerde de moda var. Dönem dönem kullanılan kelimeler/deyimler vardır. Onları kullanmanız teşvik edilir. “Aynen” dediğinizi duyar gibiyim kanka! O kelimeleri kullandıkça belli ortamlarda “kabulünüz” kolaylaşır. Mesela moda roman akımları vardır. Diyelim ki, 1800’lerdeki roman yazma tarzı ile şimdilerde yazma tarzı bambaşkadır. Ve o şekilde yazmazsanız, yayınevleri asla basmazlar sizin kitabınızı. Düşünme tarzı ile ilgili de modalar vardır. Özellikle yakın çevreniz, onlar gibi düşünmemenizi güzel karşılamaz. İlla onlar gibi düşünmeniz lazımdır. Onlar gibi düşünmezseniz sizi kabul etmez, dışlarlar. Düşüncelerinizi çirkin, pis, iğrenç bulurlar.
Baksanıza ne çok insan botoks yaptırıyor. Her cinsten (evet erkekler de) ve her yaştan insan orasına burasına botoks yaptırıyor. Tek nedeni var; çirkinleşmeye dur demek, güzelleşmek. Bense yüzlerine bakamıyorum. Gerçekten bakamıyorum. Bana hepsinin suratına avcı görmüş geyik gibi şaşkın ve korkmuş bir ifade kondurmuşlar gibi geliyor. Her botokslu gördüğümde ise gençliğimdeki (80’li yıllar) benim de giydiğim vatkalı kıyafetler aklıma geliyor. Kadınlarda da afro diye bir saç tipi vardı. O
yıllarda hiç sorgulamadan öyle bir ceket almıştım. Maksat güzel görünmekti tabii ki. Bu cümlede dikkatinizi “görünmek” kelimesine çekmek isterim: Birilerine güzel görünmek istiyorum; çemberin dışında kalmayayım, aman beni çirkin bulmasınlar… O ceketle olan resimlerime bugün gerçekten bakamıyorum. Acaba botokslular da yıllar sonra bu hissiyatı yaşarlar mı? Peki ben biraz olsun şimdi botoks yaptıranlara, kafalarına saç ektirenlere vatkalı ceket aldığım gün kendime yaklaştığım gibi şefkat ve anlayışla bakamaz mıyım?
Sanmayın ki bu “güzel görünme/beğenilme” çabası sadece toplumun belli
kesimlerine ait. Şu an bu ülkede hangi kesim/grup varsa hepsinin
“modaları” var. İlla şöyle giyinmeli/giyinmemeliler, böyle konuşmalı/konuşmamalılar, öyle düşünmeli/düşünmemeliler… bu onaylamalar ve yasaklamalar ile kişiyi “güzelleştirme çabaları” bu toplumdaki her gruba hakim olmuş durumda. Herkes kendi grubunun içindekilerine güzellik ayarı veriyor, vermeye çalışıyor… Ve maalesef kendi dışındaki tüm gruplardaki her şeyi de çirkin ve kötü olarak tarif ediyor. Kendi gibi olmayanları çirkin diye nitelendiren bir grubun iç güzelliği ne kadar iyi olabilir ki? Her topluluk kendisinin güzel bulduklarını toplumun diğer kesimlerine (gerekirse zorla) kabul ettirmeye çalışıyor. Böylece topluluklar kendi içlerinde belki “güzelleşiyor” ama toplum olarak “çirkinleşiyoruz”. Ama kadim bir bilgi bütün güzellik konusunun içinde sapasağlam olarak her dönemde duruyor: Güzellik içsel bir meseledir, dışsal bir onaylanma değildir.
Bir çocuk doğduğunda kendini tam ve bütün olarak bilir/kabul eder. Kolu olmayan bir çocuk kendini çirkin ya da eksik bulmaz. Burnu kocaman bir çocuk kendini çirkin olarak adlandırmaz. Saçının rengini olduğu gibi kabul eder, hiç dert etmez. Tulumunu çirkin, yanlış bulmaz. Ama annesi ve babası ona en moda puseti almadıkça çocuklarını en güzel çocuk olarak bir türlü “göremezler”. Çocuğun ana sınıfından başlayarak tüm etkinliklerde başrolde olması için diğer velilerle kıyasıya bir mücadeleye girerler. Böylece “benimki en baş roldeydi” diye çocuklarına güzellemeler düzerler. “Bugün sınavda 70 aldım” diyen çocuklarını beğenmez, onu güzel bulmazlar illa 100 almalıdır. Hemen sınıftaki o çocuğu sorarlar “O kaç aldı.”
O hep 100 almaktadır. Yani 70 kötüdür. 100 almadıkça kendi çocuğuna bile
farkında olmadan “sen çirkinsin o güzel” demiş olurlar. Farkında mısınız, hepsi kıyaslamalar içeriyor. Aslında çare de gayet basit: Kıyaslama, kıyaslattırma. Yani sen kimseyi kıyaslama, onu kendi içinde tam ve bütün yani güzel olarak gör. Kendini de kıyaslama. “Herkeste var, herkes yapıyor, herkes böyle giyiniyor, düşünüyor, davranıyor, o halde ben de yapayım, yapmalıyım” deme. Seni kıyaslamaya kalkanlara da omuz silk. Seni “kendilerine benzetmeye” çalışanlara “seni anlıyorum, ama ben öyle
olmak istemiyorum. Ben, ben olarak zaten güzel/doğru/yeterliyim. Beni öyle giyinmiyorum/şöyle davranmıyorum/böyle düşünmüyorum diye aranıza
almayacaksanız, size başarılar dilerim. Benim yolum burada değil.” de.
İstersen bir Nasrettin Hoca fıkrası anlat:
Hocanın yanındaki köylüsü
“Hocam” demiş “bak bir tepsi baklava gidiyor!” Bilge Hocamız “bana ne?” demiş. Köylü, “ama senin evine gidiyor Hocam” deyince de “o zaman da sana ne?” demiş.
Hoca bize bunları boşuna mı miras bıraktı? Hoca bize şunu diyor: “Benim değerli kardeşim, sen iç dünyana bak. Başkasının etkisi altında kalmadan kendi seçtiğin doğrulara ve yanlışları temel al. Şu hayatta kimseyi dışlamaksızın, huzur içinde bir arada yaşayabilmemiz için hangi düşünce ve davranış tarzları güzel ve doğrudur buna kafa patlat, onları bul.
YAZAN: Nurdoğan ARKIŞ
Vesile Dergi Sayı 8
Aralık 2021