CAN KIRIKLARI

Hayatın doğal akışında hani bazen herhangi bir obje yere düşer de 1001 parçaya ayrılıp un ufak bir hale gelir ve bizde “nazar çıktı” gibi enteresan bir inançla olayı aydınlatırız ya işte ayrılıklar da böyledir bir insan için ama “nazar çıktı” inancımız değil “canım çıktı” inancımız hakimdir bu süreçte. Hayal kırıklıkları, yarı yolda kalmışlık hissi, kullanılmışlık hissi, “Ben nasıl inandım?” düşüncesi, “Bu kalp seni unutur mu?” senfonisi… İnsan ayrılık sonrası okyanusun tam ortasında küçücük bir sandalın içerisinde alabora olmuş gibi hisseder. O an ne o sandaldan başka bir şansı vardır ne de tam ortasında olduğu okyanusun ucu bucağı…. Her insanın kan toplayan ve kan pompalayan yani hayatı öneme sahip olan bir kalbi vardır. Aslına bakıldığında bu yalnızca bir et parçasının vücudumuzdaki fonksiyonları itibarıyla değerlenmesi halidir. Bu et parçası ne kırılabilir ne de 1001 parçaya bölünebilir. Her insan için geçerli olan normal düzen bu şekildedir ancak aşk kalbini çalan insanlar için durum birazcık farklıdır çünkü onların sol yanlarında taşıdıkları kalpleri bir et parçası değil cam yani can parçasıdır ve olası bir ayrılık sonrasında bu camdan kalp 1001 parçaya bölünür. İşte o vakit insanın canı kalbindedir. 1 parça olsa yahut birkaç parça olsa tek tek temizlenebilir lakin 1001 parçayı kalpten temizlemek hayli güç bir işlemdir. Bakınız temizlenmez demiyorum kesinlikle, hiç şüphesiz temizlenir ancak 1001 parçaya ayrılmış olan bir bardağı yapıştırarak nasıl ki su içmemiz mümkün değildir, yani ilk halini vermemiz mümkün değildir bir kalp için de aynı şey geçerlidir. Uzman kişilerin yapmış oldukları araştırmalar neticesinde 18-24 ay aralığında bu cam parçaları kalpten temizlenebiliyor yani aşk dediğimiz can kırıkları öyle böyle kendine geliyor ancak… O ilk dokunuş, o ilk buse, o ilk “Seni seviyorum” cümleleri, o İlk heyecanlar yani kısacası yaşanmış olan tüm ilkler hiç şüphesiz unutulmuyor ki zaten bir insan unutmak için bir ilişkiye emek vermiyor. Unutulmuyor lakin nihayetinde insan karşısındaki insanın tüm bu özveriye layık olmadığı gerçeği ile yüzleştiğinde bir noktadan sonra kendi değerinin farkına varıyor. Belki de daha en başından itibaren yapmamız gereken şey de budur yani kendi değerimizin farkında olarak karşımızdaki insana değer vermek ve böylece ayrılıklar karşısında dimdik ayakta durabilmek, alabora olmuş hissi yaşamamak ancak maalesef ki bunu yapmaktan çok uzağız.

Karşımızdaki insanı sevince zannediyoruz ki onu kısıtlayabiliriz yahut zannediyoruz ki karşımızdaki insan sevdiği için bizi kısıtlayabilir. Zannediyoruz ki sevgi dediğimiz şey insanların karşılıklı olarak birbirlerinin hayatlarına olağanüstü müdahalelerde bulunma şeklidir. Zannediyoruz ki bizler okyanusun tam ortasında meçhule ilerlemekte olan bir sandalın içerisindeyiz ve hayatımıza giren kişi bizim kurtarıcımız. Oysa ki… Hiç düşünmüyoruz yaratıcının bizleri tek başımıza yarattığı gerçeğini ve yine tek başımıza huzuruna çağıracağı gerçeğini. Hiç düşünmüyoruz bu fani yaşantıdan tüm arayışımızın ilahi olanı bulmak için olduğu gerçeğini. Kim bilir belki de ayrılıkların dile kolay fakat kalbe zor olmasının yegane sebebi düşünmeyerek attığımız adımlar ve farkına varamadığımız kendi değerimizdir.

YAZAN: ZEYNEP EROL

Vesile Dergi Sayı 11

Mart 2022