BİR KADININ GÜNCESİ

Bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir masal gibi bazen hayat. Bugün varmış dediğin bir bakıyorsun bir gün yokmuş…

Gece her şeyin yolunda olduğu bir güne gözlerimizi kapattık. Sabah gün daha doğmadan gözünü açan eşim geceden teslim etmesi gereken işleri düşünerek güne başladı. Hiçbir zaman bu kadar erken kalkmaz ve böyle bir telaşa girmezdi. Mutfağa geçip sigarasını yaktı, soluklandı, hep yaptığı gibi ekmeğin içini ağzına doldurup aceleyle kaskını taktı, montunu giydi, eldivenlerini geçirdi ve teslim etmesi gereken işleri alıp motorun başına geçti. İşleri motorun arkasındaki kutuya yerleştirip sabahın o ilk ayazında, karanlıkla aydınlık arası havada gözden kayboldu. Saat 6.00 civarıydı. Ben de yavaş yavaş kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Öğleden sonra dışarıya çıktım, tam eve dönmek üzereyken telefonum çaldı. Arayanı görünce açmadım. Eşimin geveze akrabalarından biriydi ve hiç dedikodu çekecek durumda değildim. Sonra telefonum tekrar çaldı. Bu defa eşimin Almanya’daki kuzeniydi arayan.

Hayırdır inşallah dedim ve açtım!

-Efendim

-Alo geçmiş olsun.

-Abi anlayamadım ne geçmiş olsunu?

-Eşin hastanedeymiş, merak ettim.

-Ne hastanesi? Daha sabah evden çıktı, gayet iyi… Dur ben bir arayayım.

-Kusura bakma. Sen nasılsın?

-İyiyim de merak ettim şimdi arayıp sana dönerim hemen…

Aradım açan olmadı tabi. Sonra iş yerinden başka birini aradım ve kulaklarıma inanamadım.

-Yenge eşin kaza yapmış. Kırıkları var ve şuan ameliyatta. İstersen hemen gel.

-Ta ta tamam.

Aklımda bir sürü soruyla yola koyuldum. Acaba Almanya’daki akrabaları nerden duymuştu? Neden ben onlardan sonra öğrendim? Ya da durum neydi gerçekten? Hastaneye nasıl geldim bilmiyorum. Geldiğimde akrabaları ordaydı. Beni karşıladılar ve yoğun bakımın önüne gittik. Tabi ben bir kez daha neye uğradığımı şaşırdım.

-Biri bana neler olduğunu anlatsın artık.

-Çok ciddi bir trafik kazası geçirmiş.

-Nasıl yani, ciddi derken?

-Şuan yoğun bakımda ve durumu iyi değil. İlk müdahale yapılmış ve bütün kemikleri kırıldığı için ameliyata almışlar.

-Ciddi misin?

Bir şey diyemedim ve ağlamaya başladım daha fazla dayanamıyordum, kendimi oraya bıraktım. Anlayamıyordum ve inanmıyordum. O sırada doktor geldi. “Yakınları gelsin.” dedi ve merdivenin başına çağırdı. Beni bırakmak istemediler ama yine de gittim. Merdivene tutundum ve dinlemeye başladım:

-Bir kez anlatacağım lütfen iyi dinleyin. Kaza anında ciğerleri sönmüş, kalbi durmuş, ilk müdahale yapılmış ve hayata dönmüş. Biz burada hemen tüp taktık. Beyin kanaması var. Vücudunda sağlam kemik kalmamış, hayati tehlike devam ediyor. Buradan çıkabilirse hiçbir faaliyeti gerçekleştiremeyecek. Her şeye hazırlıklı olun.

O söyledikçe ben yere doğru dizlerimin üstüne bükülüyor ve gözyaşlarıma engel olamıyordum. Beni tutup hava almaya götürdüler. Ne konuşacak ne de ayakta duracak dermanım vardı. Yoğun bakımın önüne gidip çaresizce orda beklemeye devam ettim. Bu arada ailesine haber verildi. Bir sürü kalabalık içinde beni neyin beklediğini bilmeden duruyordum. Uğultu ve insanların ağlama sesleri iyice boğuyordu beni. Akşama kadar tek kelime etmeden beklemeye devam ettim. Abim ve yengem bana destek olmak için yanıma geldiler. Artık gece olmak üzereydi ve hastanenin yoğun bakım ünitesi oldukça yoğunlaşmıştı. Herkes birbirine haber vermiş olacaktı ki tüm akrabaları her yerden etrafımı sarmaya başlamıştı. Bu kapının önünde beklemenin bir faydası yoktu ve kalabalık artınca herkesi kafeteryaya indirdiler. İndiğimizde babası ve annesi memleketten ancak gelebilmişlerdi. Babası bütün akrabaların arasından sıyrılıp benimle göz göze geldiğinde sarıldım ve ağlamaya başladık.

-Ah benim kedersiz kızım…

diyebildi sadece. Birbirimizi teselli edecek sözümüz dahi yoktu. Annesi ve teyzeleriyle de kucaklaşıp ağlaştık. Herkes dua edip bir çare arar gibi kara kara düşünüyordu. Grup grup insanlar adeta hastanenin her yerini daha ilk günden doldurmuşlardı. Neyse ki en yakınlarını görmesi için içeri alacaklarını söylediler. Çıktık yine acı ünitesinin oraya. Anne ve baba birlikte girdi içeri. Sıra bana geldiğinde kalbim yerinden sökülecekmiş gibi hissettim ama artık gözyaşlarım içime akıyordu. Dizlerim ve omuzlarımın büküldüğünü hissediyordum. Annesi “Yalnız girme, amcanla birlikte gir.” dedi ve kapı açıldı… Kapıdan girince kalbim artık durmuş gibiydi. Acı acı kıvranıyordu sanki. Galoşlar ve özel kıyafetleri giyerken titreyen ellerim ayaklarıma dolanıyordu adeta. Zorlu mücadeleden sonra hazırdık. Titreye titreye girdim içeri. Sanki önce gözlerimle girdim. Korku vardı içimde ve neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Sadece doktorun söyledikleriyle kafamda birleştirdiğim bir beden vardı hayalimde. İlerledikçe ayaklarım gitmiyordu. Amcamın koluna girdim ve adeta sürüne sürüne perdenin arkasında yatan adama yaklaştım. Aman Allah’ım! Gözlerim yuvalarından fırladı ve bedenim iyice ağırlaştı. Bu adamın eşim olduğunu sadece iri bedeni ve dışarda kalan ayaklarından anladım. Üstü mavi bir örtüyle kaplıydı, gözlerinde bantlar vardı, kafası tamamen beyaz sargılarla çevriliydi ve sadece çıplak üst bedeninden çıkan kolları dışardaydı. Elini tuttum, adını söyleyerek ağlamaya başladım. Hıçkırıklar boğazımda düğümlendi. Açıkta gözüken yerleri morarmış ve şişmişti. Teninde tıpkı bir ölünün soğukluğu vardı. Elini bırakıp ayaklarına doğru 2 adım attım ve parmağımla dokunabildim sadece. Çok korktum, o soğukluğu hissetmek beni gerçekten ürpertti. Artık gözyaşlarım akmıyordu ama boğazımdaki düğüm dayanılmazdı. Etrafa baktım, bir sürü alet ve makine bağlıydı, göğsü sadece inip kalkıyor, nefes almıyor ve belli ki kalbi de atmıyordu. Sadece doktorlar üstlerine düşeni yapmış son kez görmemiz için hayata tutunmasını sağlamışlardı. Daha fazla dayanamadım. Amcama baktım ve ağlayan gözlerle beni onayladı. Odadan çıktık. Artık ağlamıyordum çünkü dışardayken taşıdığım bir parça umudu içeri girdiğimde kaybetmiştim. Kalbimin acısı ve hissettiklerim bana gerçeği yeterince anlatıyordu. Dermansız bir şekilde suskunluğumu korudum. Yapacak tek bir şey vardı o da dua etmek ve veda edeceğim günü beklemek…

Sanki bütün hastane tanıdıklarla doldu taştı. Bu durum çok canımı sıkıyordu. Cenaze yeri gibi hissettiriyordu ve içim iyice acıyla kaplanıyordu. Zaman geçtikçe herkesin gözyaşları dinmeye başlasa da içlerindeki acı yüzlerine yansıyordu. Artık kimse konuşmuyor, buldukları yere çöküp öylece duruyordu. Geç saat olunca beni zorla abimlere götürdüler. Gözüme uyku değil gözyaşları düşmeye başladı. Sabaha kadar ağlaya ağlaya bekledim belki uykuya dalmışımdır bilmiyorum. Sabah erkenden soluğu hastanede aldık. 4 gün boyunca aynı manzara aynı şekilde gidip geldik. 4. Gün yine içeri girmek istedim. Ailesi her gün giriyordu yanına ama ben yapamadım. Ta ki 4. güne kadar… Bu defa annesiyle birlikte girmeye hazırlandık. Artık dermansız vücut ağırlığım ve uykusuzluktan şişmiş gözlerim dışında bir tepkim kalmamıştı. Sakince içeri girdim ama bu defa da ayrı bir şok yaşadım. Duygudan duyguya geçiş yapan kalbimin ritmi gerçekten sıkıştırıyordu beni. Kafasındaki ve gözündeki sargılar çıkmış, bedeni yarı çıplak, açık bir şekilde yatıyordu. Fakat açıkta olan gözlerinin ışığı sönmüştü ve kulak memelerine varana kadar tüm vücudu 2 kat şişmişti. Zaten iri yapıda olan adam yataktan taşıyordu adeta. Kafası kocaman bir balon gibiydi ve vücudu iyice morarmıştı. Yaşadığına dair tek işaret göğsünün makine sayesinde havalanmasıydı. Dayanamadım ve hiç dokunmadan hemen dışarı çıktım. Artık gerçekten tek başımaydım. Bu görüntü bana sadece bunu hatırlattı. Ölümü bu derece ensemde hissetmek ve birini kaybetmeye bu denli önceden hazırlanmak… Artık ne hissedeceğimi bilmeden sadece bekliyordum. Yine gece oldu aynı şekilde abimlere gittik. Yorgunluktan direk uyumuştum. Sabah hemen hastanede aldık soluğu. Abimler hep yanımdaydı tabi. Bu defa hastaneye vardığımızda derin bir sessizlik hakimdi. Ben artık kabullenmiştim ve hemen anladım bir terslik olduğunu. Acilin olduğu yere geçtik. Ailesi ordaydı ve çaresizce, ağlaya ağlaya bekliyorlardı. Babası yanıma geldi, sarıldı ağladık. “Gitti değil mi?” dedim. Bir şey diyemedi ama daha sıkı sarıldı…

Bir kaç saat ağlaya ağlaya bekledik ve yeşil araç giriş yaptı. Dünyada onu son kez yolculuğa çıkaracak olan o yeşil araç… Cansız bedeninin konulduğu tabut o yeşil araca yerleştirildi. Ben artık ne hissedeceğimi bilmediğimden etrafımdaki koşturmacanın ve ağıtların arasında kendimi kaybettim. Annemin baygınlık geçirmesi ve benim onu taşıma çabam beni biraz sakinleştirmişti sanki. Elim ayağım birbirine dolanmış, ne yöne gideceğimi şaşırmış durumda bir oyana bir buyana gidip gelirken, sonrasında ne yapacağımı algılamaya çalışarak hem ağlıyor hem de düşünüyordum. Başımı ellerimin arasına aldım ve yeşil aracın tabutla birlikte gidişine bakakaldım.

İçimden el salladım. Kalbimi söküp yanına bıraktım sanki. Yüreğim kabullenmişti artık ama bedenime söz geçiremiyordum. Yerlere savrulmuş bedenim artık kendini taşıyamıyordu…

Cenaze için çoktan hazırlık yapılmıştı. Memlekete götüreceklerdi. Ben ailemle eve gidip eşya hazırlamaya geçtim. Bu eve onsuz ilk girişimdi. İçeri girdiğimde ne hissedeceğimi bilmeden bir kaç adım attım ve duraksadım. Kalbim yine ritim değiştirip yerinden çıkmaya kararlıydı. Kapıda komşularla hava alıp sakinleşince yeniden içeri girdim ve oyalanmadan bir kaç eşya aldım. İçim karmakarışıktı, sanki yabancı gibiydim eve, ağlayamıyordum artık ve gerçekten olanları sindiremiyordum. Hala inanmıyordum, kabus gibi geliyordu. Sanki tatile gidiyor da ben onu uğurladıktan sonra gelecek gibi hissediyordum. Oldukça sakindim ama bir o kadar da yorgun ve çaresizdim aslında. Artık hazırdım, gidebilirdik.

Cenaze öncesinde otopsiye gidecekti, oraya geçtik. Otobüs ayarlandı ve artık gidiş için bekliyorduk. İşlemler bittikten sonra yıkama ve ilaçlama yapılmak üzere camiye götürüldü, orada yakın akrabalarıyla birlikte beklemeye başladık. Zaman geçmek bilmiyordu. Uzun bir süre tabut başında yola çıkmak için beklemek zorunda kaldık. Sonra cenaze altta biz üstte otobüsle çıktık yola. Yolumuz uzundu, artık herkes oldukça sakindi, ben de öyle. Bitmeyen bir yolculuktan sonra varış noktası olan evlerinin önüne veda için geldik. İnanılmaz bir kalabalık çoktan bizi bekliyordu. Biranda kalabalığın arasında buldum kendimi. Herkesin sarılması, ağlaması ve ağıtları arasında kayboldum. Bir şok daha yaşadım. Benim akrabalarım beni yalnız bırakmıyordu. Çünkü yürüyemiyordum. Bacaklarım beni taşımıyordu gerçekten. Ne ara mezarlığa vardık hatırlamıyorum. Sanki bizden başka 3 cenaze daha var gibiydi fakat bütün kalabalık onu uğurlamak için gelmişti.

Son kez görmem için beni çağırdılar ama yapamadım. Etraftaki insanların bakışları ve ağıtları arasında toprağa koyulacak alana geçtik. Beni kim nereye çekse oraya gidiyordum. Bedenimin kontrolü bende değildi. Kendimi tutamayacak kadar dermansızdım. Derin çukurun içine koyulduğunu gördüm ve yakınına götürdüler. Kendimi öylece dizlerimin üstüne bırakıverdim. Sanki aynı anda altımızdaki toprağı hissedercesine ben de gömüldüm o toprağa. Birileri ensemden içeri toprak koydu ve sirkelendim. Sonra da kendimi biraz daha bırakıp onunla birlikte derinlere daldım. Başım toprağa değdi. Sesler dışında başka da bir şey ne gördüm ne de hatırlıyorum. Her anı içimde yaşayıp hissediyordum sanki. Yüzüme serpilen suyla kendime geldiğimde bedenimi taşıyorlardı. Bir yere oturtuldum ve öylece kaldım. Neredeydim?, Neler oldu? Hiç bilmiyorum. Bir süre sonra eve nasıl vardık onu bile hatırlamıyorum. Tam 50 gün boyunca orda kaldım. Onca kalabalığın içindeydim ama bir başımaydım aslında. Sonra bir baktım ki yine masallardaki gibi bir varmış ve bir gün yok olmuş biriyle sanki ben de yok olmuştum..

YAZAN: ESRA TANGÜL

Vesile Dergi Sayı 10

Şubat 2022