Allah, geçmiş vuslatlarımızı ve 9 günlük tatilimizi kabul eylesin…
Ülkece, bir tatil patlaması yaşadık… İhtiyacımız da vardı… Uzun süren kısıtlamalar ve endişeli günler, tatsız, tuzsuz geçen zamanların ardından, böylesi bir kaçışmaya, koşuşmaya, dağılmaya gerçekten ihtiyaç vardı…
Memleketimiz, tümden gurbet yaşayan bir memlekettir… İstanbul’da, Bursa’da, İzmir’de, Tekirdağ’da, Kocaeli’nde, oğlu, kızı, kardeşi olmayan bir Samsunlu, bir Ordulu, bir Erzurumlu, bir Sivaslı, bir Tokatlı, bir Vanlı, bir Muşlu, bir Sinoplu yoktur… Ankara’da, Kırıkkale’de, bir yakını, akrabası, hısımı olmayan bir Çankırılı, bir Çorumlu, bir Kırşehirli, bir Amasyalı, bir Aksaraylı yoktur… Diyarbakır’da, Batman’da, bir parçası olmayan bir Hakkarili, bir Siirtli, bir Şırnaklı, bir Urfalı, bir Bitlisli yoktur…
Beşik gibi sallanmış Anadolu… Sandal gibi yatmış, bir o yana, bir bu yana… Rüzgarla kopan yapraklar gibi savrulmuş insanları, o şehir senin, bu belde benim…
Sınırlarımızın ötesi de var… Almanya var, Fransa var, Hollanda var… Yakın bir zamanda öğrendim, Malta’da bile var…
Yabancı dilim yok… Roman ve sinema dışında, yabancı edebiyat ve sanat eserlerini pek bilmem, ama öyle sanıyorum ki, ayrılığa, hasrete, özleme, kavuşmaya dair şiirler, şarkılar, ezgiler hep bize özgü…
Bizden başka kimseler hiç özlemiyorlar gibi geliyor bana, çünkü bizim kadar ayrılmadıklarını görüyorum…
Ayrılmayanın, özlemeyenin böğrü yanar mı?..
Böğrü yanmayan türkü yakabilir mi?..
Hasret çekmeyenin şiirine çay kokusu bulaşır mı?..
Çay içmeyenin şiiri okunur mu?..
Yani, hani şair diyor ya; ”Yoksulluksa var, dizlerimde ağrı var, çay var, yağmur var, tam şiir yazma zamanı…”
Demiyor muydu?… Ama, böyle bir şey duyduğumu anımsıyor gibiyim… Ya da ben uydurmuş olabilirim… Mevzuya uydu ama…
Asıl konumuz ayrılıklara, özlemlere, hasretlere ve de bayramlara dairdi…
Bayramlar ayrılıktır, dedim…
Bu bayramda da çok ayrıldık mesela… Tatil beldelerine gitmek için ayrıldık, analarımızdan, babalarımızdan… Denize girmek, kumlarda yanmak için ayrıldık, aile fertlerimizden, akrabalarımızdan…
Havuzların oluklarından kaymak için, siyah gözlük takıp, sol kolumuzu arabanın camından sarkıtmak için, ön koltuktan yolu çekip, canlı yayın yapmak için, sosyal ağlarda hikaye paylaşmak için, kısa kapriler giyip, parmak arası terlikleri sürüklemek için ayrıldık, şehirlerimizden…
Buruk, ama ağrısız, sızısız ayrılıklardır bunlar… Ülkemizde, bayramdan bayrama yaşanır…
Bayramlar, bir de acılı ayrılıklara sebeptir…
Yukarıda işaret ettiğimiz yerleri ve şekilleri tercih etmeyip, doğduğu topraklara, anasına, babasına, atasına, anılarına, hatıralarına koşanların, hepi topu, en babası dokuz gün olan bayram tatilinin, göz açıp kapayıncaya kadar süresinin ardından yaşadığı ayrılıklardır bunlar… Kavuştuklarının farkına varamadan ayrılığı yeniden yaşayanların ve ilk ayrıldıkları günkü gibi içi acıyanların ayrılıkları…
Kocaman kocaman, uzun uzun yolları, geceli gündüzlü, tepe tepe, eze eze geldikleri yolların ulaştırdıkları sılalarını henüz hissedeceklerdir ki, yeniden gurbetten yana döner otomobillerinin burunları…
Alışmak üzere oldukları ayrılıklarını yenilemişlerdir, hasretlerinin solgunlaşan alevlerini yeniden üflemişlerdir, sızısı hafifleyen özlemlerinin üzerini yeniden çizmişlerdir… Kanatmışlardır yaralarını yeniden… Yana yıkıla, ağlaya sızlaya tazelemişlerdir ayrılığı…
Bayram olmasa, gelmeyeceklerdi… Gelmeseler, ayrılmayacaktılar…
Tüm bu ayrılıklar, hep bayramlar yüzünden…
YAZAN: Hayri Varol
Vesile Dergi Sayı 4
Ağustos 2021