Çocukluğuma veda gününden…
17 yıllık hayatımın en değerli günler diyemem ama 17’nn güzelliklerin ilklerime kadar hissettiğim zamanlardı. Bir günde büyüdüm. Herkesin muhakkak ruhunu sızlatıp gözlerinde biriken, zihninde ağırlık yapan
taşıdığı yükler vardır. Hayatımı ikiye bölen günlerden birini 17 nin tam
ortalarında yaşadım. Eğer hayatımdan bir yılı silmem mümkün olsaydı, en
azından hayata tutunma çabalarımın başladığı o yılı yok etmek isterdim.
Yaşıtlarımın dolu dolu heyecan ve hayallerle yaşadığı yıl alemin hayata
dokunuşlarıyla yaşımdan büyük daha olgun ve hayalsiz yaşıyordum. Herkesin okuldan sonrası için bir hedef vardı. Ben de de bolca gri bir gelecek algısı. Dönüşü olmayan uzun bir yolum olduğunu henüz bilmiyordum. Küçük şehrin, küçük kalabalığı arasında dünyaya gözlerim açmıştım ve lise sonrası büyüyeceğin düşlediğim dünyama adım atmak üzereydim. Hayat planımın ilk sarsıntıyla değişeceğini bilmeden, annemin alışılmamış çekimser tavırlarla benimle önemli bir konu konuşmak istediğin duyduğumda şaşırdım. Söylediklerin şu an kulaklarımda çınlama şeklinde yenden duyar gibiyim. “Bak kızım, ben boşanmaya karar verdim. Biliyorsun yıllardır istiyorum bunu ama artık nihayet karar verebildim. Aslında hep çok istedim ama yapamadım. Abin hep engel oldu. Ertelemelerle bugüne kadar geldim. Tam karar verecekken senin
okulunun bitmesin bekledim. Şimdi zamanı geldi. İşten istifa edeceğim ve bu ev de satacağım. “ dediğinde kontrol edemediğim bir şekilde gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Annem ellerim tutup yıpranmış avuçlarının arasına aldı. Gözlerine baktım. Kırmızılığı birazdan gözyaşına dönüşecekti ama kararlı olduğunu göstermek için yaşların akışını durduruyordu. Derin bir nefes aldı ve konuşmasını sürdürdü. “Sen okulunu bitirene kadar evde satılmış olursa artık İstanbul’a gideceğiz.
Abinde askerliği bittiğinde yanımıza gelir zaten. Şimdi senden istediğim,
emlakçı ev göstermek için birilerin getirdiğinde çekinmeden ev göstermen.
Daha da önemli bir görevin var aslında. Bak yavrum tek sorumluluğun okulun. Ne olur sınava iyice çalış ve kurtar kendini,” dedi.
Aile büyüklerinin aldığı kararlarda çocukların çok söz sahip olmadığı yıllardı. Annem kararına uygun planlarını yapmış ve hiçbir sorunumuz yokmuş gibi benden sadece sınava çalışmamı istiyordu. He bir de emlakçıya asistanlık yapacaktım. Bir yandan bir çok arkadaşımın hayallerin süsleyen İstanbul’a gitmek fikir ben heyecanlandırsa da ardımda bırakacaklarım yola adım atmışken sanki ben yakamdan geriye çekiyordu. Mutsuzluğumuzdan şikâyetçiydik ama mutluluğa doğru gittiğimizden de emin değildim. Tek bildiğim ev satılacak ve annemle birlikte babasız bir hayata doğru yola çıkacaktım. Zihnimi yeni yolun heyecanı sarıyordu ama garp duygular belirmeye başladı. Doğup büyüdüğüm bu ev, arkadaşlarım, babam tüm geçmişim geride kalacak ve onlara ne olacaktı? Benim onların hayatından çıkıp gitmem ne kadar umurlarında olur ki diye düşündüm.
Annem ve ben en çok sarsan durum, babamın babasının yıllar önce oturduğumuz ev anneme hediye etmiş olmasıydı. Ev annemin üzerineydi ve bunun böyle olmasının neden, dedemin kendi öz oğluna güvenmemesiydi. Kendisi öldükten sonra biz koruyamayacağı ve babamın günün birinde biz mağdur edeceğin biliyor olması dedem böyle bir önlem alması konusunda mecbur bırakmıştı. Babam dışarıdan bakılınca herkesin sevebileceği bir adam gibi görünse de evin içindekilerin yaralanmış yüreğinden bakınca sadece derin yaralar açan yıpratıcı biriydi. Dedemin de güvenin tıpkı annem ve benim ki gibi kaybetmişti. Dedem bizi korumak için babamın haber olmadan biz güvenceye almıştı. Annemle babamın uzun soluklu kavgalarına neden olan bu karar, yıllarca konuşuldu. Babamı, babasından kalan tek hatıra evin de elinden alıp ortada, yalnız ve
manasız hayatının içinde ardımızda bırakma kararı aldık. Kafamın içinde ikiye bölünmüş bir şekilde yaşıyordum. Babamsız bir hayat huzurlu bir hayattı ama babasız kalacaktım ve babamda evsiz, ailesi, yapayalnız olacaktı. Annemden bu belirsizliğe bir son vermesi için nedenler
anlatmasını istedim. Annem, aldığı kararın sarsıntısını gülümsemeyen düşüncel yüzünden yansıtıyordu. “Yıllarca baban çalışmadığı ve kendisine bakamayacağı için bırakamadım. En azından babana değil ama dedene karşı vicdan borcu diyelim. Şimdi çalışıyor, başının çaresine bakar kızım sen merak etme. Sadece biz bu memleket terk etmezsek ne baban ne de sülalesi biz rahat ettirmez. Buna mecburuz,” dedi. Haklıydı. Mecburduk. Kalsaydık bir gün abim ben ve annem evsiz, kimsesiz belki de annemsiz kalacaktık. “Pek, şimdi ne olacak? Nasıl olacak? Kaçınca her şey istediğimiz gibi olacak mı?” Soruları aklımın içinde dönüp duruyor ben uykusuz
bırakıyordu. Ne hissettiğimin, ne düşündüğümün bir önem yoktu. Babama hayatı için bir şans daha verilmeliydi belki de. Annem onunla son kez konuşmalarının km bilir kaçıncı versiyonunu yaşıyordu. Son kezler bitmiyordu ve konuşmaların ardından hiçbir şey değişmiyordu. Belki
de hiç bu evlilik olmamalıydı. Ben olmamalıydım. Var olmanın keder olduğu bir yıldı. Yaşıtlarım gibi sıcak bir yuvada büyümek, hiç derdim olmadan geleceğe hazırlanmak, babamın ve annemin arasında tercih yapmadan yaşamak istiyordum. Aslında pek tercih yapamadım. Tercihlerimin bir önem yoktu. Sorulmadı, ben de söylemedim.
Yen yolculuğuma çıkmadan önce arkadaşlarıma veda etmeye başladım. Bu
arada emlakçı ev sattı. Babamı olan bitenden haberdar etmemenin yolunu
bulduk. Boya badana yapılacak, halılar yıkanacak bahanesiyle yavaş yavaş
eşyalarımızı hazırlamaya başladık. Bir sabah babam gittiğinde komşularımızın yardımıyla, babamın ailesinden ve etrafındakilerden kimse
görmeden eşyaları yükleyip İstanbul’a gönderdik. Boş evde dolaşırken
gözyaşlarımla marleyde kendimden izler bırakıyordum. Babamın kitap dolabının yanına yaklaşıp çekmecesinde bulduğum kırışık kâğıtların üzerine babama dair cümleler yazdım… “Sen gerçekten baba gibi baba olsaydın, annem sen seven ve asla terk etmeyecek bir kadın, ben de sensiz kalmayı asla istemeyen evladın olurdum. Sen baba olmayı başaramadın, ben de sana evlat olamadım. Bana birini terk etmeyi, ihanet etmeyi, birilerinin arkasından çevirmeyi öğrettin. Şimdi ailene tercih ettiğin tüm sahip olduklarınla kimsesiz yaşayacaksın. Sen çok seviyorum, bunu biliyorsun ama senin için bir değer olsaydı ben bu veda mektubunu yazmazdım. Hoşça kal küçüklüğümün kıymetlisi, geleceğimin geçmiş defosu babam. Hoşça kal…”
Annemin ağladığımı görmesini istemedim. Yazdığım kâğıdı dolabının üstüne yapıştırdım. Babamı bir daha ne zaman göreceğimi bilmeden evden çıktık. Kaçan insanları uğurlamaya gelen olmaz. Bizim de yoktu. Otogarda hiç tanımadığımız kalabalığın içinde hiç bilmediğimiz bir hayata doğru yola çıkmak için bekliyorduk. Gözyaşlarımızla ıslanan ellerimiz havaya kaldırıp geçmişimize el salladık. Babamsız kaldığım ilk gece babamın terk edilmişliğe karşı ne hissettiğin, ne yapmış olabileceğini düşündüm. Ağlamaktan şişmiş gözlerimin altında kalan çukurlar derinleşti. Babamın terk edilmesi gerekiyordu ama benim babasız kalmam gerekmiyordu. Bir gün babamsız kalacağımı düşünmemiştim. Babamı terk ettiğimiz günü yok saymak yerine babamdaki özellikler değiştirme sihrim olsaydı silinecek hiçbir anım olmazdı. Sihirli masallara inanacak yaşım çoktan geçmişken, şimdi ne doğru, hangisi keşke olmasaydı demekle yetiniyorum. Peki, babam? Onun keşkeler…
YAZAN: ESRA TANGÜL
Vesile Dergi Sayı 4
Ağustos 2021